Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Forum Statistics
» Members: 27
» Latest member: Fahriye
» Forum threads: 5,448
» Forum posts: 5,977

Full Statistics

 
RasitTunca-2 Derecesi Arşa kadar ulaşmiş olan Kul (Kar©glanin 30 Nisan 2017 Vaazi)
Posted by: RasitTunca - 05-27-2018, 10:03 AM - Forum: 2017 Tasavvuf Sohbetleri Arşivi - No Replies


Derecesi Arşa kadar ulaşmiş olan Kul

(Kar©glanin 30 Nisan 2017 Vaazi)

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ لِيُنذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ يَوْمَ هُم بَارِزُونَ لَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْهُمْ شَيْءٌ لِّمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَ لِلَّهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ لْيَوْمَ تُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَ إِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ dgg

Rafîud deracâti zûl arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzira yevmet telâk. Yevme hum bârizûn(bârizûne) lâ yahfâ alâllâhi min hum şey’un, li menil mulkul yevme, lillâhil vâhidil kahhâr. El yevme tuczâ kullu nefsin bimâ kesebet, lâ zulmel yevme, innallâhe serîul hisâb.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Yaşyanlardan Derecesi Arşa kadar ulaşmiş olan Kulumnuzun ruhunu Ayrilip secilme Talak gününde ona (onun Hesabina bakariz). Herşeyin bariz ve belli oldgu o gün derizki ona, Allahdan hicbirşekilde korkma, Bugünün hakimi Mülkünde Tek Hükümdar olan Allah dir, Bugün herkese ne kazandiysa o verilir, ve bugün ceza günü degildir, Allah hesabi cok süratli görendir. (Matematigi ve hesap yapmasini en iyi bilendir, kimin eksisi, vercegi borcu cok. kimin artisi, alacagi cok, iyi bilendir.)

Sadakallahul Aziym MU'MİN Suresi 15. 16. 17. ayet


---oOo---

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"Cennetlikler bir tek adamın, Ademin biçiminde olacaklardır."

( Hadis-i Şerif , Buhârî)


Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem yine Buyurdular

"Cehennemin etrafı şehvetlerle donatıldı, cennetinki ise zorluklarla kuşatıldı."

( Hadis-i Şerif , Buhârî)


Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem yine Buyurdular

"Kıyamet gününde, kulun ayakları, Rabbinin huzurundan şu beş şey soruluncaya kadar bir yere kıpırdamaz:
Ömrünü nasıl harcadığından, gençliğini nerede geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve bildiklerini uygulayıp uygulamadığından sorulacaktır."

( Hadis-i Şerif , Tirmizî)

"Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"
"Allâhumme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârakte alâ ibrahîme ve alâ âli ibrâhîme inneke hamîdun mecîd"

Yolculugumuza başliyoruz :

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

يَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ

Ya’lemu hâinetel a’yuni ve mâ tuhfîs sudûr.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin sinelerin gizlediği şeyleri bilir.

Sadakallahul Aziym MU'MİN Suresi 19. ayet

Tasavvufta Letaifler "Chakra - Enerji Merkezleri"

Letaif :
Arapça Latife'nin çoğulu. Latifeler anlamına gelir.

Latif :
ince, ve görülemeyecek kadar ince ve saf demek, hani biz oksijen atomlarinin taneciklerini gözle görebiliyormuyuz, görmiyoz ,ozaman oksijen bir latif cisim ve varlik, yine bedenimizdeki hücrelerin boyunu mikroskopla bakmdan göremiyoruz, hücre o kadar latif ki, biz onu ayirt edemiyoruz.

Gizli, sırlı ve iç bünyede saklı cevherler olan Letâif, baş gözüyle görülmezler, ancak gördükleri vazifelerden varlıkları anlaşılır. İnsanın aslı bunlardır. Bu cevherler mümin-kafir her insanda mevcuttur. Kâmil mürşidler bu cevherleri ilim, tecrübe ve müşahede ile tanıyıp yerlerini ve görevlerini tespit etmişlerdir.

Latife, Kur'an-ı Kerim kaynaklı insanın psikospiritüel duyuüstü melekelerinden her biridir. Geleneksel Çin tıbbındaki akupunktur meridyenlerini ve Chakraları andırır.

İnsan on latifeden (letaif-i aşara) meydana gelmiştir:

-Kalp,

-Ruh,

-Sır,

-Hafi,

-Ahfa;

-Nefs,

-Ateş, Hava, Su ve Toprak..

Bunlardan ilk beşi (letaif-i hamse) âlem-i emirden, son beşi de âlem-i halktandır. Bunlardan ilk altısına letaif-i sitte (altı latife), son dördüne cesed veya dört unsur (anasır-ı erbaa) adı da verilir. Letaif-i sitte ve cesede toplu olarak letaif-i seb'a (yedi latife) de denir.

1. Kalb, Makami sol memenin dört parmak altındadır. İlahi huzur ve tecelliyat mahâllidir.

2. Ruh, Makami sağ memenin dört parmak altındadır. İlahi aşk ve muhabbet mahâllidir.

3. Sır, Makami sol memenin iki parmak üstündedir. İlahi marifet mahâllidir.

4. Hafi, Makami sağ memenin iki parmak üstündedir. ilahi tecelli ve nurlar içinde kaybolma mahallidir. Buna istiğrak denir.

5. Ahfa, Makami göğüs kafesinin üst ucundan yani gırtlak çukurundan iki parmak kadar aşağıdır. İlâhî sır mahallidir. Gizli ilimler ve tecelliler merkezidir. Burada elde edilen duruma izmihlal denir.

6. Nefs-i natıka (külli) latifesinin yeri iki kaşın ortasıdır.

7. Nefs-i Külli ( Tüm Beden ) : Sultani Zikir Makamı.

8. Akli Kül , Beyini temsil eder Cebrailin ve, ilham ve vahyin makamidir


Bu letâiflerin nurlarına gelince: Latîfe-i kalbin Ziyasi sarı ve nuru yeşildir,
Latîfe-i ruhun nuru Renksiz oksijen ve karabondioksit siyah yada duman rengi gri,
Latîfe-i sırrın nuru Mavi - deniz ve okyanus rengi,
Latîfe-i hafînin nuru Kirmizi kan ve ateş,
Latîfe-i ahfânın Ziyasi Turuncudur nuru kar beyaz süt beyaz. Yani mehdinin güneşinin rengi turuncu kamerinin yani ay inin rengi süt beyaz

Allah Teala insanın cesedini yaratmış ve diğer latifeleri bedendeki yerleriyle irtibatlandırmıştır.

Seyr u Sulûk ve Letaif

Seyr u sulûk sırasında âlem-i emirden olan beş latife imkân dairesi, velayet-i sugra ve velayet-i kübranın ilk kısmı olan akrebiyyet dairesi'nde; nefs velayet-i kübranın iki, üç ve dördüncü kısımları olan muhabbet daireleri'nde; ateş, hava ve su unsurları (anasır-ı selase, üç unsur) velayet-i ulya'da, toprak unsuru ise kemalat-ı nübüvvet'te muamele görür. On latife, tasfiye ve tezkiyelerinden sonra bir araya toplanırlar ve hey'et-i vahdaniyye ismini alırlar. Kemalat-ı risalet mertebesinden itibaren seyr u sulûkun sonuna kadar feyzin geldiği yer hey'et-i vahdaniyye'dir.

Nefs

Nefsin yedi mertebesi vardır: Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Raziyye, Marziyye, Safiyye (Kamile)... Nakşibendî tarikatında nefsin mertebeleri icmalî olarak nefs-i emmare ve nefs-i mutmainne biçiminde ele alınır. Nefsin itminana ermesi velayet-i kübra'da, Rıza makamı'nın elde edilmesiyle olur. Nefs-i emmare sahibinde akıl, akl-ı meaş iken, nefs-i mutmainne'de akl-ı mead olur.

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

“Dikkat ediniz ki, insanın cesedinde bir et parçası vardır ki, o et parçası sâlih oldukça bütün vücuddaki âzalar sağlam olur. Eğer o fasid olursa bütün cesedi bozulur. O et parçası kalptir.”

( Hadis-i Şerif, Buhari)

Kalb bütün latifelerin merkezi olup "Ruh"un sarayıdır. Ruh kalbde egemen olunca, bedeni "Ruh"un emirlerine göre yönetir; ruh vasıtasıyla aldığı ilâhi feyiz ve terbiyeyi bedenin bütün işlerine yansıtır. Kalbde yakîn nûru parlamaya başlayınca dünya hayatı fâni ve değersiz görünür. Çünkü kalb, marifetullah nûrunun parlayacağı yegâne mahaldir ki, iman güneşi o burçtan doğar. Bütün ilâhi sırlar orada gizlidir. Kalbde o hakiki, lâhutî güneşin doğmasıyla bu yüksek tecellinin nurlu eserleri insanın bütün azalarında zâhir olur. O zaman kulluk vazifelerini; derin ve derûni bir zevk ve neş’e içinde seve seve îfa eder.

ZİKİR VE LETAİFLER ÇAKRALAR


Zikrin nuru ilk olarak kalbe, sonraları diğer letaife sirayet eder. Zikre devam edildiğinde kalpten Allah’ın sevmediği ve razı olmadığı düşünceler silinip gider. Zikir kalbe iyice yerleşince her hâlde zikretme hâline geçer, böylece gaflet yok olur. Zikir sayesinde insanın sıfatları değişir, insanda Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu ahlak ve sıfatlar oluşur.

SU ELEMENTi

Vücudumuzun su içeriği yaş, cinsiyet, boy uzunluğu, vücut ağırlığı ve fiziksel aktiviteye göre değişir.
Çocukların vücudunun su oranı yüksektir (% 70, yeni doğan bebekte ise % 90) ve yaş ilerledikçe suyun yerini yağ dokusu almaya başlar. Dolayısıyla yaş ilerledikçe suyu daha çok tüketmek gerekir. Yetişkinlerde vücut su oranı % 60, yaşlılarda ise % 50’dir.

Vücuttaki su unsurunun nefsin kötü sıfatlarından birisi olan nifak özelliği ile irtibatlıdır. Suda, bulunduğu kabın şeklini ve rengini alma özelliği ve bulunduğu şartlara göre değişme sıfatı vardır. Bu sıfat, insana münafıklık olarak yansır ve iki yüzlülük meydana gelir. Ancak bu sıfat, mürşid-i kâmilin terbiye, himmet ve tasarrufu ile alçakgönüllü olmaya dönüşür. Kalbden nifak ve yalancılık gider, yerini samimiyet ve mertlik alır. ve eger kemal bulursa safiyet saf su, renksiz kokusuz tadsiz temiz ve temizleyici, nurlandirici,

ATEŞ UNSURU
Kötü hali hiddet ve celali temsil eder, kemal hali erginlik ve pişmişligi temsil eder

Ateş unsurundan kaynaklanan zulüm ve hiddet sıfatı, İslam’ın emir ve hükümleri karşısında gayret, ince davranma ve rahmani taraftarlığa dönüşür.

HAVA UNSURU

onsuz olunmaycagini bilmekdir yani ruhsuz canlilik olmaz, iyi ruh veya kötü ruh, oksijen ve karbondioksitsiz, yani onlarsiz olunmaz demekdir.

Hava unsurundan ileri gelen kibir ve üstünlük taslama sıfat, izzet, vakar ve heybete dönüşür. cibilliyat olrak ucanlari temsil eder iyi veya kötü olabilirler

TOPRAK ve ELEMENTLER

Nefsi natikayi temsil eder, ve insani ve vücudunu meydana getiren bütün yedigi elementler ve icdigi minareller toprak demekdir

Toprak unsurundan kaynaklanan tembellik, uyuşukluk gibi durumlar, sabır ve itidal sıfatına dönüşür. ve rengi nurunun rengi ten renkleridir bugday tenli sari benizli kirmizi benizli toprka cinsleri gibi, killi toprak, humuslu kara toprak, kahvrengi humuslu, kirecli beyaz, kumlu toprak, demirli toprak granit mavi veya maviye yakin gri toprak yada kaya taş........., sari kayrak cay taşi, druma göre ya cok ser olmsi gerkir kemeilnde yada yumuşak humuslu gibi yada granit gibi yada demir özü gibi keml bulur yine bakir olur yine altin olur.

İnsan küçük bir alem olup, büyük alemin nümunelerini taşıyor. Buna göre ruhun, sırrın, hafinin, ahfanın asılları büyük alemde nedir? Yani hafi, ahfa, sır latifeleri büyük alemde neyi temsil eder?

Alem ikiye ayrılır:

1. Alem-i halk, 2. Alem-i emir.

Alem-i halk; bütün yaratılan şeyler ve masiva dediğimiz, kainat ve mahlukattır.

Alem-i emir ise; zat, sıfat, isim ve şuunat-ı ilahiyedir.

İnsan; kainatın ve kainatta tecelli eden alem-i emirin özü ve özetidir. Yani insan-ı kamil, Hem alem-i emr’in, hem de alem-i halkın özü ve numunesidir. Alem-i emr’in ve alem-i halk’ın asıllarının ve külliyatının, gölgeleri ve numuneleri alem-i asgar olan insanda dahi mevcuttur.

İşte tasavvufta ve literatürde; beş cevher diye isimlendirilen kalp, ruh, sır, hafa ve ahfa’nın asılları, kainat ve emr aleminde olduğu gibi; gölgeleri ve numuneleri de, insanda ve mahiyetinde mevcuttur.

Burada "asıllar" deyince emir alemindeki vücutlar, "gölgeler ve nümuneler" deyince, mahlukattaki tecelliyat ve vücutlar anlaşılmalıdır.

1. Kalp: (Güneşi Temsil eder) Alem-i halk’tan, Hz Muhammede ve kainatta onunla alakalı makamlara, mekanlara ve boyutlara işaret eder. Alem-i emr’den ise, Hz Muhammed (a.s) mahiyetine ve hakikatine bakar.


2. Ruh: (Hava Akcigerleri Temsil eder) Alem-i ervahın numunesidir. Alem-i halk itibariyle Hz isa (a.s.)’ın varlığına, makamına, mekanına ve kainatla münasebetine bakar, bir cevherdir. Alem-i emr itibariyle de, Hz isa (a.s.)’in mahiyetine ve hakikatine bakar.

3. Sır : (Su ve Böbrekleri Temsil eder) Alem-i ervahın numunesidir. Alem-i halk itibariyle Hz Nuh (a.s.)’ın varlığına, makamına, mekanına ve kainatla münasebetine bakar, bir cevherdir. Alem-i emr itibariyle de, Hz Nuh (a.s.)’in mahiyetine ve hakikatine bakar.

4. Hafi: (Kan ve Ateşi Temsil eder Vücuta ise Karacigeri Temsil eder) Alem-i ervahın numunesidir. Alem-i halk itibariyle Hz İbrahim (a.s.)’ın varlığına, makamına, mekanına ve kainatla münasebetine bakar, bir cevherdir. Alem-i emr itibariyle de, Hz İbrahim (a.s.)’in mahiyetine ve hakikatine bakar.

5. Ahfa: (Hormonlari ve duygulari Temsil eder yani quantum bilgisi ve Paracaciklar Salgilar Dalak ve Hormon Kelebegi Beka Billah) Alem-i ervahın numunesidir. Alem-i halk itibariyle Hz Mehdi (a.s.)’ın varlığına, makamına, mekanına ve kainatla münasebetine bakar, bir cevherdir. Alem-i emr itibariyle de, Hz Mehdi (a.s.)’in mahiyetine ve hakikatine bakar. Ahfa Yani gizlenilen saklanilan korunan demekdir. ve bugün quantum bilgisinin keşfedilmiş olma senbebi vakit onun vakti oldugu için. onun bilgisi inkişaf etmekde parcacik bilgisi.

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz....."

( Hadis-i Şerif )

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Yine Buyurdular

"Müminin ruhu, cennet ağacına konup beslenecek olan bir kuştur. Allah o kulunu diriltinceye kadar ruhu orada bekler."

( Hadis-i Şerif, Mâlik)

Enes radıyallahu anh dan

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemden, kıyamet gününde bana şefaat etmesini rica ettim.
"Yaparım inşaallah!" buyurdu.
"Peki seni nerede arayayım?"
"Beni ilk arayacağın yer Sırattır."
"Seni orada bulamazsam?"
"Beni Mizanın yanında ara!"
"Seni Mizanın yanında da bulamazsam?"
"Beni Havzın yanında ara! Bu üç yerden şaşmam" buyurdu.

( Hadis-i Şerif , Tirmizî. )

"Cennet, birinize ayakkabısının bağından daha yakındır. Cehennem de öyle."

İbn Mesûd radıyallahu anh. Buhârî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

"Cennette, her bir derecenin arası gökle yer arası kadar olan, tam yüz derece vardır. Firdevs bunların en üst derecesidir ki, dört nehir oradan fışkırıp akar. Arş ise onun üstündedir.Allahtan istekte bulunduğunuz zaman, Firdevs cennetini dileyin!"

Ubâde radıyallahu anh. Tirmizî.

Muhyiddini Arabi nin Vahdet-i Vücûd anlayışına göre


“- Hakikat budur ki Hâlik, Mahlûktur ve yine Hakikat budur ki Mahlûk, Halik’tir. Bunların hepsi tek bir varlıktandır. Hayır belki O tek varlıktır. Ve yine O, çokluk halinde olan Tek bir varlıklardır.” yani burda, binler parcadan oluşan bir bedenin, tek oluşunun, onun binler parcadan oluşmasi, tek beden, vahid olmasina engel degil demek yani.

“IV Fass : İdris kelimesinde ki Kudsi Hikmet’in özü.”

"Cennetlikler bir tek adamın, Ademin biçiminde olacaklardır."

( Buhârî)

Hadis-i Şerifi Gösteriyorki Zamanin sahibi olan ve, vahdeti vücut makamina cikmiş olan kimsenin bedeni, o hadisde gecen tek vücutu temsil ediyor, ve cennetlikler, o tek bir vücutta vahdet bulacak ve , baştaki yazdigimiz ayettede, yine ayni kimse, ve yine vazmiza ismini veren kimse, yani "Derecesi Arşa kadar ulaşmiş olan Kul" ve yine " رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ " "Rafîud deracâti zûl arş(arşi), yulkır rûha "yani bu zamanda Hz Mehdi. ve Fakat Kötülerde yine gecenki vaazda yazdigimiz ayetteki, kötülerde yine Deccal aleyhillanin bedeninde Vahdet Bulcak olanlardir, ve iyi ve kötü - siyah ve beyaz - Gece ve gündüz - Yaz ve Kış ying yang


" فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاطِينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِيًّا "

Fe ve rabbike le nahşurennehum veş şeyâtîne summe le nuhdırannehum havle cehenneme cisiyyâ.

Rabbine andolsun ki biz onları, şeytanları ile beraber haşerdecegiz toplayacağız.

MERYEM Suresi 68

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

"Cennette, her bir derecenin arası gökle yer arası kadar olan, tam yüz derece vardır. Firdevs bunların en üst derecesidir ki, dört nehir oradan fışkırıp akar. Arş ise onun üstündedir.
Allahtan istekte bulunduğunuz zaman, Firdevs cennetini dileyin!"

Ubâde radıyallahu anh. Tirmizî.

yani işde Cakralarinin tamamini caliştiripda en son kafadaki alninin ortasindaki cakrasi (Nefs Cakrasi insan Cakrasini) caliştiripda Nefsini, nefsi kamil insan oldugunu ispat etmiş olan zat, yani Zamaninimizda Hz Mehdi, ve "Derecesi Arşa kadar ulaşmiş olan Kul"yani kafa cakrasina kadar ulaşmiş KUL. yani AKLI KÜL den haber alan Kul.

Hilye-i Şerif Nedir? - Hz.Muhammed ( S.A.V.) 'in Hilye-i Şerifleri

Hilye-i Şerif aslinda hicde öyle internetlerde gezen hadisde yazdigi gibi, peygamberin sireti suretini anlatan yazilar degildir, Hilye demek Muhammedin bedeni aslilerinin, diger bedeni aslilere göre, krokisi, haritasi demekdir. kimler onun ne tarafinda duruyor gösteren harita demekdir. Bunuda Allah, O nun yakin ve uzak komşulari olarak ayarlamiş, ve onun yildizinin, bir nevi burc haritasi demekdir bu. ve fakat her an degişebilen bir harita, hani muhammed hicret ederken, Ebu Bekr efendimiz yanindaydida o anlatiyor :
Bir korku geliyordu bana ve, önden bir gelirde O na zarar verir diye, ve hemen onun önüne geciyordum, biraz gidince, bu sefer başka bir korku peydah oluyordu bende, ve arkdan biri gelirde ona zarar verir diye, ve hemen bu seferde O nun ardina geciyordum, ve onlarin bu iki hareketinden "Talaal Bedru" ilahisi meydana gelmiş.
"Sen güneşsin , Sen kamersin" bir önde muhamed güneş oluyor, birde arkada, ve ebu bekr önde, ebu Bekr güneş olmuş, muhammed ebu bekre ay ve kamer olmuş, yani öyle olunca, bizim yildizimiz, bir konuma gelirki, işde başka bir yildiza ay ve kamer olmuş, sonra birde öne gecer, bütün yildizlari alip döndürten ana yildiz olmuş, "Sen güneşsin , Sen kamersin" ve muhammedin benim AY im dedigi "Sen güneşsin , Sen kamersin"

Peygamber Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Buyurdular

Receb Allah'ın ayı; şaban benim ayım, ramazan da ümmetimin ayıdır.

( Hadis-i Şerif , Süyûtî, el-Câmiu's-Sagîr, nr. 4411; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Um-mâl, nr. 35164.)

ve Dün (29.04.2017) şaban ayinin 1 iydi, yani demekki muhammedin, yani güneşimizin başka bir an güneşe, ebu bekir güneşine kamerlik ettigi, aya geldik , yani şaban ayi ve ebu bekrin önden gittigi ay,

ve işde Hilye Muhammedin burc haritasi demek olur, ve o yapilan en güzel Hilye Tablosunuda "Hattat Mustafa Rakim Efendi" yapmiş ve bu alltaki güzel harita

Herkesin bir Hilyesi vardir, ve herkesinki kendine göre farklidir, ve biz buna Raşidi Tarikatinda " Silsileyi Üla "yi ve "Silsileyi Melaeyi" Tespit Etmek diyoruz

Silsileyi Üla Nedir ? “Silsileyi Üla” yi Tespit Etmek için Ne Yapılır?


“Silsileyi Üla” yi Tespit Etmek için Ailecek bir yerde Toplanilir.
1Kalem ve kağıt alıp yazmaya başlanir.
Evimizin Sag Tarafina dogru gidince en yakindaki “ Hasan veya Hüseyin” den kim varsa o Hasansa bizim üst kolumuz peygamberimizin “şerifler” kolundaniz ve birinci isim o yazilir, Hüseyinse seyidlerdeniz, sonra saga veya sol tarafda Hüseyin aranir en yakin hüseyin sagdami soldami ve bunlarin akrabalik dereceleri, Annemiz tarafindansa Anne tarafindan o kola bagliyiz, Baba tarafindan akrabimiz iseler Baba tarafindan o kola bagliyiz demekdir. Ve böylce ilk yön tespit edilmiş olur. Sonra evimizin arka tarafina dogru ilk peygamber isimli kimse kimdir, hangi peygamberin kolundaniz o tespit edilir ve o isim yazilir,
Liste böylece şöyle olmalidir ilk önce evimizin sol tarafina dogru annemiz tarafindan akrabimiz olan en yakin eve, uzaga dogru devam edilir hatta bu başka şehire kadar olabilir “Hasan, Hüseyin, Fatma, Ali, Osman, Ömer, Bekir, Ayşe, Hatice, Zeynep” aranir, ve ashabin isimlerinden olan kimseler olabilir, amma bu kimseler sadece anne tarafindan dedemizin babasina kadar akraba olanlar olcak. Sonra sag tarafa dogru ayni işlem saga dogru bu sefer baba tarafindan akrabalar yazilir. Sonra evimizin arkasindaki komşularimizdan başlayip arkadan sagdan sola dogru gidip sonra tekrar bize dönüp glecek bir daire halinde bütün akraba olan olmayan tanidigimiz peygamber isimli tanidiklarimizin isimleri not edilir. İlk önce direk arkaya dogru düz cizgi gidilir iki tane ayni isim olanlar ilk yakindaki ele alinir, ikinci ayni isme varinca ordan artik sola dogru dönme noktasina geldigimizi bildirir, bu sadace yaşadigimiz köy veya şehir icinde tespit edilir dişari cikilmaz yani peygamber isimlilerde.
Bu not etiklerimiz de cift isimliler en yakin komşumuz olanlar ele alinarak düzletilir, ve bu bizim “silsileyi ÜLA” mizdir.
Vaktin müsait oldugu bir zamanda, senede bir defa bu silsileye 3 ihlas 1 fatiha veya 3 fatiha 7 ihlas hediye edilir.

Silsileyi Melae Nedir ? “Silsileyi Melae” yi Tespit Etmek için Ne Yapılır?

Silsileyi Melae Bizim Hangi Melegin soyundan oldugumuzu gösterir (Cibilliyatimzin ne oldgunun tespit için) ve Evimizin saga sola arkaya öne dogru "Cebrail,Mikail,israfil ve Azaril isimli ve birde ( Azrail,veya Zara Azra isimli veyada Zarar veren mahluklar zarail) aranir.ve bunlar bizim hormon kelebegimizin nasil durdugunu gösterir, yani biz mehdinin sagindami solundamiyiz yine belli eder, yani bunu bulmak için mehdinin kelebegi ile kendi kelebegeni karşilaştirinca belli olur, sen onun sagindami solundamisin arkasi veya önündemi.
ve bizim evimizin önüne dogru dönünce sagimizda Mikail, solumuzda israfil, önümüzde Cebrail, ardimizdada Azrail, vardir. önümüzde Hz Hasan Hz osman ve Hz Hacer, ardimizda Hz Süleyman ve Hz Yunus Hz Hüseyin, sagimizda yine Hz ibrahim ve ismail,........ kainat devamli döndügü için bunlar yine degişkendir, sadece dogum haritasi sabittir, oda insanin dogdugu köy şehir kasaba ve mahellede ve evde bunlar araninca dogum haritasi tespit edilir. bizim silsileyi üla mizda yine dogum haritamiz olmalidir.

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَأَجْلِبْ عَلَيْهِم بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الأَمْوَالِ وَالأَوْلادِ وَعِدْهُمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا

Vestefziz menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve racilike ve şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş şeytânu illâ gurûrâ.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

(Haydi) onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun.” Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va’detmez.

Sadakallahul Aziym İSRA Suresi 64. ayet

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

فَاتَّخَذَتْ مِن دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا قَالَتْ إِنِّي أَعُوذُ بِالرَّحْمَن مِنكَ إِن كُنتَ تَقِيًّا قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا قَالَ إِنَّمَا أَنَا رَسُولُ رَبِّكِ لِأَهَبَ لَكِ غُلَامًا زَكِيًّا قَالَتْ أَنَّى يَكُونُ لِي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْنِي بَشَرٌ وَلَمْ أَكُ بَغِيًّا قَالَ كَذَلِكِ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَلِنَجْعَلَهُ آيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِّنَّا وَكَانَ أَمْرًا مَّقْضِيًّا

Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ. Kâlet innî eûzu bir rahmâni minke in kunte takıyyâ.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Meryem onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam insan şeklinde göründü.. Meryem, “Senden, Rahmân’a sığınırım. Eğer Allah’tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)” dedi.
Ruh dedi “Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana akilli bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi. (Hz. Meryem dedi ki): “Bana bir beşer dokunmamış (olduğuna göre) benim nasıl bir oğlum olabilir? Ve ben, azgın (iffetsiz) olmadım.” (Ruh’ûl Kudüs): “İşte böyle” dedi. Senin Rabbin: “O, Bana kolaydır ve onu, insanlara bir âyet (mucize) ve Bizden bir rahmet kılacağız.” buyurdu. Ve emir kaza edilmiştir (yerine getirilmiştir).

Sadakallahul Aziym MERYEM Suresi 17.den 21. ayete kadar

ve eger bu ikiside melek sifatindalar ise, o zaman melekler cocuk yapmaz, evlenmez kurali yanliş, ve alaman kizlari ve avrupalilar mavi gözlü, ve münker nekirde mavi gözlülermiş, öyle olunca işde alaman IRKI münker ve nekirden üretme IRK oluyor, yine avrupann bazi yerlerindeki kimsler mavi gözlü sari sacli kimseler, hani zikirimzdeki Mühammeten ayeti varya yani mansi onlar yemyeşlillerdir, bu mavi gözlülerde avatar filimdeki gibi masmavi olnlar grubu onlarda masmavilerdir yani hani cizgi filimleri bile varya
Mavi Cüceler - Şirinler

yine isa ve mehdide cebrailin soyundan, olanlar, o ise siyah veya kahvrengi koyu yesil renkli gözlü yani köpek cinsi gözlü, ve yine reptiller yani yani azazilin soyu ise, onlarda yeşile yakin gözlüler müdhammeten olanlar yemyeşildir ayetinde dendigii gibi ,gözleride yeşil olanlar, yani reptiller, azazil soyu, yilan soyu, ve öyle olunca bazilari, mikail soyu, yine avrupada cocuklarina michael ve kizlarada Michaela konulur, yani öyle olunca onlarda mikail soyundan olanlar, yani sivrisinek, yine rafael ve rafaella konurki ,onlarda israfil soyundan, yani horuz ve tavuk cibilliyatlilar, yine gabriel ve Gabriele konulurki, köpek ve kurt cibilliyatlilar, onlarda işde cebrail soyundan olanlar, ve öyle olunca, avrupalilarin silsileyi ülayi tespitlerinde, birde melek soyundan olmalari sebebiyle işde etraflarinda sag kol komşularinda baba tarafindan o melege bagli, sol koldanda, hangisi varsa ona, anne tarafina bagli demek olur, cebrail mikail ve israfil aranir yani, azrail ve zara lardar azrail soyundan, zara veya zarail, yani öyle olunca kimler hangi soydan ise, onlar o soya silsilei melea sinada veya ülasindaa fatiha kulhu ismarlar. bizim zikirimzdeki mikailde ondan, bize en yakin komşu melek mikail var, ondan biz zikirimizde en sonda mikaile okuruz, ve sizlrde bize tabi olunca, önce bizim okudugumuza okuycaksinizki, bizim adimimizi takib edebilesiniz, ve bizim türkiyedede cebrail ve mikail isimliler vardir bazi yerlerde, işde en yakin mikail ve cebrail komşusu olanlar, ve bu en uzaga kadar aranir, nerede varsa o isim, ordan o kola bagli demek olur, onlar yine o soydan olanlar demek. yani meleklerde ürermiş, ve anonakilerden bahsedilirken yari tanri olanar deniyor, işde meleklerin ilk birleştikleri, meryem gibi isa gibi yari tarni gibi olanlar, o yüzden isa yi rab edinirler hiriistiyanlar , amma sebebini bilmezlerdi, biz şimdi anlatmiş oluyoruz yani, yani melek soyu, kutsal ruh cebrail soyundan, yine amine annemize bir melek ve kutsal ruh geldi, sana bir oglan verildi dedi, senin oglun gibi kadri yok cihanda denildi, yani onada yine bir ruh koyan var, ve oda yine bir melek soyundan üretilen özel sistem yani ,yari tanri gibi anonakilerinki gibi, yani yari tanirdan kasit yari melek yari insan yani.

----------------

Bir adamin sictigi poha varinca araştirilirsa, melek gibi olan adamin bile, elbet bir hatasi bulunur, ve ben niye sen gibi şu gibi bu gibi olmak zorunda olayim, Ben ve BENLIK, ve benim zatim demek, benim hoşuma giden şeylerin toplandigi beden demek. cünkü ben karpuz seviyorsam, benim evde, her yaz karpuz yenir degilmi, dometes seviorsam dometes, altin seviyorsam altin, o zaman yine para ise para, yani kadin ise kadin, öyle olunca, ben benim zaaflarimdan meydana geldim demekdir. ve mesala dometiside seviyonda, amma en cok kirazi seviyon gibi, birde zaafmiz vardir. hani camizin camuru görünce yatmasi gibi yani, işde kiraz seven onu görünce dayanamaz yine kadin seven, kari kiz seven, güzel bir kadin görünce, hemen onunla yativermek, sevişmek ister degilmi? para seven, para görünce, para gelcek yere dayanamaz degilmi? ve bizler zaaflarimizla dikenelerimizle var olanlariz, öyleyse hatasiz kul arama, ve gül seviyorsan dikeninide sev, dikenine razi gelmeyen gül yetiştirip de gül koklayamaz, ve incitme, gülü koparipda dikeninide aglatma, yahut dikenini yolupda gülü aglatma, incitme, ona zarar verme.

şefaat meselesi

Enes radıyallahu anh dan

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemden, kıyamet gününde bana şefaat etmesini rica ettim.
"Yaparım inşaallah!" buyurdu.
"Peki seni nerede arayayım?"
"Beni ilk arayacağın yer Sırattır."
"Seni orada bulamazsam?"
"Beni Mizanın yanında ara!"
"Seni Mizanın yanında da bulamazsam?"
"Beni Havzın yanında ara! Bu üç yerden şaşmam" buyurdu.

( Hadis-i Şerif , Tirmizî. )

Temsili misal ile : ve sen seyri sülükunu tamam edip özüne erdin,ve peynir oldun mesela, ve bir bedene ve cennete dogru yol alacaksin, amma yolda nice dikenler engeller var degilmiß seni (Peyniri) aldilar geldiler sofraya koydular, ve sofradan birisi aldi bicagi kesecek seni dilim dilim, sana burada kim yardım edipde kesme onu diyecek, ve sen da hi bagir, istedigin kadar, avazin cikdigi kadar bagir, duyarmi seni, o acikmiş olan sofrave kahvalti sahipleri, seni keser gecer, o yetmez, dilimi birde böler, sonra alir eline, agzina götürür diş denen carklarin arasinda, seni ligme ligme eder, kim kurtaracak burda seni onun elinden degilmi? ve bu o nun seni ligme ligme etmesi, sana rahmet, cünkü sen az sonra muradina ercen, cennete gircen, amma daha zor işin, cehennemin türlü türlü işkencelerini tadacan, ve en sonunda vücutta eger kayde deger bir lokma görülürsen, erkekse seni o yiyen, belki dahada erip, onun huseyesinde toplancak olan meninin, insan tohumunun parcasi olacan, sonra ise, ve eger tuvalete gitmezsen, poh yoluna ölüp gitmezsen, ve yarişi kazanabilirsen, ve o insan evli veya, bir kadini var ise, ve cocuk yapacak ise, sende gayret edip, bütün meni parcalari kuvvetlice yumurtaya varip, kapiyi calabilirsen, ve yumurtada sana, seni taniyip kapiyi acarsa, ve o nda bir cocuk olma şerefine erersen, işde cennete erdin, amma nice cile işkence dolu cehennemin türlü türlü belalarini tada tada varacan, ve burda işde şefaat, sana yol gösteren demekdir, ve yol gösteren harita muhammed haritasi, ve muhammede inen şerita ve helal haram, yasak ve serbest, olanlara dikkat etmen ile, senin bedeni aslindeki yolculugun, bir yildiz olarak dogmana kadar gidecekdir, işde yildiz olabilmek için insani kamil yani "NEFSi iSPAT" nefisini ispat etmiş demek, insan olacak bütün bilgileri ögrenmiş ve bilmiş, ve onu ögrenip, kaş olacak, kulak olacak, göz olacak olanlarla bir araya gelip, insan tohumu meniden yola cikip, hatta bir inegin yedigi ot iken, ordan yola cikip taaaa insan tohumu olup, sonrada anneden cocuk olarak dünyaya gelmeye kdar gecen serüvene "seyri sülük" denilir, ve bu serüvdende senin , meninin icindeki o insan olmak için, yarişi kazancak olan tohuma yol gösteren, işde muhammedin şeriatina uyman ile olan olcakdir. ve bunlar senin en son arşa kadar cikman gerektigini yani, mirac etmen gerektigini belli eder, ve arş ise, en tepe nokta demekdir, ve orda insanin başi olcak olan hücreler demekdir, en kamil olan hücre, dogacak bebegin beynini oluşturcak olan AKIL hücrelerini temsil eder, ondan sonraki kemal dereceleri raziye marziye makmalari, işde el kol ayak böbrek dlak gibi diger hücreler yani.


İmam Ahmed, Abdullah b. Amr b. As (r.a)'ın şöyle dediğini bildirdi: “Peygamber (s.a.v.) bir gün sanki bize veda edecekmiş gibi konuşma yaptı, üç defa şöyle dedi: “Ben Ummî Peygamber Muhammed'im” sonra şöyle dedi: “Benden sonra Peygamber yoktur, bana sözün en güzeli en özü ve en hikmetlisi verildi. Bana Cehennem bekçilerinin ve arşı taşıyanların sayısı bildirildi.”

---------------

“Yahudiler, “Peygamberiniz Cehennem ehlinin sayısını biliyor mu?” dediler”

“Onlar ne cevap verdiler?”

“Bilmiyoruz ancak Peygamberimize sormamız gerekir” dediler.

Peygamberimize soruyu sordular ve Rasûlullah :

bir seferinde on, ikinci seferde ise dokuz parmağını kaldırdı.“Şöyle şöyledir dedi”

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

سَنَدْعُ الزَّبَانِيَةَ

Se ned’uz zebâniyeh

Biz de yakında zebanileri çağıracağız.

ALAK Suresi 18. ayet

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَى سَوَاء الْجَحِيمِ ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِهِ مِنْ عَذَابِ الْحَمِيمِ

Huzûhu fa’tilûhu ilâ sevâil cahîm. Summe subbû fevka ra’sihî min azâbil hamîm.

Meali :

Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmenirrahim

Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin. Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün. (mesela yumurta patetes haşlamasi yapmak gibi)

DUHAN Suresi 47. 48. ayet

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ

Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn

Onlar(Zebaniler) sağırdi, dilsizdir ve kördürler. Artık onlar görevlerinden de geri dönmezler.

BAKARA Suresi 18. ayet

Peyniri kesmek için gelen bicak gibi, o peynirin sesini ve bagirişmasini duymaz ve dinlemez, efendisi : peyniri kesmesi için, onu göreve cagirinca, artik o görevindenden dönmez, peyniiri keser. yine bugdayi degmene dökünce, degmenci ve degmen taşi, bugdayin sesini duymaz, onu degmenin ezip un etmesine engel olacak yokdur, yine degmen taşida görevinden dönmez ,onu un gibi ezip ufalar, vicciragini cikarir.


Rabbim, mehdi askerine, zikirimiz ile bütün cakralarini acip, taa arşa, yani insan bedenindeke kafadaki "nefs-insan" olma cakrasini caliştircak kadar gayret versin, ve ordanda nefsini bilip bir anneden dogabilcek saafiyet ve uhrevi boyuta kadar ermek nasip etsin, ve insani kamil, yani tam takim, yani gözü kulagi ayagi eksiksiz bir cocuk olarak saglikli bir bebe olarak dogmak yolculugunda nefsini kemale erdirmeyi nasip etsin.

--oOo---

وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Ve âhıru da'vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîne,
Amiyn.
Elfatiha maassalavat.

سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ

Sübhâneke Allahümme ve bihamdik, eşhedü en lâ ilâhe illâ ent, estağfirullahe ve

etûbu ileyk.

--OoO--


Kar©glan

Başağaçlı Raşit Tunca

Schrems, 30 Nisan 2017 Pazar

Original Kar © glan

Print this item

  Hadislerde Allahu Teala Hazretleri
Posted by: RasitTunca - 05-26-2018, 07:47 PM - Forum: Allahu Teala Hakkında Bilgiler - No Replies


HADİSLERDE ALLAH - ALLAH’IN ZATINI (  KENDİSİNİ) ANLATAN HADİSLER :  
ALLAH, GÖZLE GÖRÜLEBİLİR Mİ?

Hz. Ebu Zerr anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam)’a :  “Sen Yüce Rabbi’ni hiç gördün mü?’ diye sordum. Rasulullah :

‘Nurdur, ben O’nu nasıl görürüm? buyurdu.” (  Müslim, İman, 291)

ALLAH’IN FİİLLERİNİ (  EYLEMLERİNİ) ANLATAN HADİSLER :
ALLAH DOSTUNA DÜŞMANLIK EDENE ALLAH NE EDER?


Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH şöyle buyurdu :  ‘Kim Benim Veli (  ALLAH Dostu) kuluma düşmanlık ederse Ben de ona savaş

ilan ederim.” (  Buhari, Rikak, 38 )

ALLAH’IN KULUNDA GÖRMEKTEN EN ÇOK HOŞNUT OLDUKLARI VE ONLARIN MÜKAFATI

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH şöyle buyurdu :  ‘Kulumu Bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz

kıldığım şeyleri yerine getirmesidir. Kulum Bana nafile (  farzların dışında kalan) ibadetlerle yaklaşmaya devam eder ve sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık Ben onun

duyduğu kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, Benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum.” (  Buhari,

Rikak, 38 )

ÖLÜM VE ALLAH’IN MÜ’MİN KULUNA KARŞI DUYARLILIĞI

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH şöyle buyurdu :  ‘Ben yapacağım bir şeyde Mü’min kulumun ruhunu almadaki tereddüdüm kadar

hiç tereddüde düşmedim. O ölümü sevmez, Ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” (  Buhari, Rikak, 38 )

AÇIKLAMA :  ALLAH’ın “tereddüde düşmesi” insanlardan tamamen farklıdır. Burada mecazi anlam kastedilmektedir. Amaç, konunun herkes tarafından ve kolaylıkla anlaşılmasını

sağlamaktır. Bunun benzeri Kur’an’da da çok sayıda ifade ve anlatım bulunur ki bu durumu İslam alimleri “tenezzülat-ı ilahiye” yani ALLAH’ın, kullarının iyiliği için bir şeyi

Kendine yakışan biçimiyle değil de kullarının anlayabileceği şekilde anlatması olarak isimlendirmişlerdir.

ALLAH’IN MÜKAFATINI GARANTİ ETTİĞİ ÜÇ KULLUK

Hz. Ebu Ümame anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Üç şey vardır, ALLAH her birine garanti vermiştir. ALLAH yolunda cihad etmek üzere yola çıkan kimse… Bu,

öldüğü takdirde Cennet’e koyma konusunda, ölmeyip te döndüğü takdirde ganimet ve sevapla gelme konusunda garantilidir. Mescide giden (  gitmeyi alışkanlık haline getiren)

kimseye, öldüğü zaman Cennet’e koyma konusunda ALLAH garanti vermiştir. Kişi, (  fitne, yani Mü’minler arasında hangisinin haklı olduğu kesin bir biçimde bilinemeyecek bir

çatışma çıktığı zamanda) evine çekildiği takdirde ALLAH ona da garanti vermiştir.” (  Ebu Davud, Cihad, 10)

NAMAZ KILAN ORUÇ TUTAN BİR MÜ’MİNİ BİLE CEHENNEMLİK YAPABİLECEK BEŞ SEBEP

Hz. El-Haris el-Eş’ari anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Ben size beş şeyi emrediyorum :  ALLAH onları bana emretti :  Dinlemek, itaat etmek, cihad,

hicret ve cemaat (  Müslümanların genelinden ayrılmamak). Çünkü kim cemaatten bir karışçık ayrılmışsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, pişman olup geri dönen hariç… Kim

de cahiliye davasını (  İslam dışında başka kimlik unsurları, değer, kavram ve ölçülerin mücadelesini yapmak… Irkçılık, İslam dışı bir ideolojinin taraftarlığı gibi…) o Cehennem

molozlarından biridir!’

Bir sahabi :  ‘Ey ALLAH’ın Rasulü! O kimse namazını kılan, orucunu tutan biri olsa bile mi?’ diye sordu. Rasulullah :  ‘Evet’ Namaz kılsa, oruç tutsa da…’ buyurdu.” (  Tirmizi,

Emsal, 3)

RAHMET VE LÜTUF KONUSUNDA ALLAH’IN KARŞILIĞI HER ZAMAN KULUN YAPTIĞINDAN DAHA FAZLADIR

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH diyor ki :  ‘Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O Beni andıkça, Ben onunla beraberim. O

Beni içinden anarsa, Ben de onu içimden anarım. O Beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. Eğer o Bana bir karış yaklaşacak olursa,

Ben ona bir zira yaklaşırım. Eğer o Bana bir zira yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim Bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmamak şartıyla

yer dolusu günahla gelirse, Ben de onu bir o kadar bağışlamayla karşılarım.” (  Buhari, Tevhid, 15)

ALLAH HAYRA EN AZ ON KAT GÜNAHA İSE SADECE BİRE BİR KARŞILIK VERİR

Hz. Ebu Zerr anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH demiştir ki :  ‘Kim bir hayır işlerse ona sevabının on katı verilir veya arttırırım da… Kim bir

günah işlerse bunun cezası kendi kadardır veya affederim.” (  Müslim, Zikr, 22)

ALLAH’IN KULU HİMAYESİNE ALMASINA VE CENNETE KOYMASINA SEBEP OLAN ÜÇ ÖZELLİK

Hz. Cabir anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Üç şey vardır ki bunlar kimde bulunursa, ALLAH onun üzerine himayesini açar ve onu Cennete koyar :  Zayıflara

yumuşak davranmak, anne-babaya şefkat göstermek, kölelere ihsanda bulunmak.” (  Tirmizi, Kıyamet, 49)

AÇIKLAMA :  Bu hadiste sayılan davranış özelliklerinin arada bir yapılan cinsten olmayıp süreklilik kazanmış ve o insanda bir kişilik özelliği haline dönüşmüş olması gerekir.

Ayrıca günümüzde köleler yerine kişinin emri altında çalışan işçi ve ücretliler anlaşılmalıdır.

KENDİLERİNE yardım EDİLMESİ ALLAH’IN ÜZERİNE BİR HAK OLAN ÜÇ KİŞİ

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Üç kimse vardır ki bunlara yardım ALLAH üzerine bir haktır :  ALLAH yolunda cihad eden, borcunu ödeyip

veennehu1hürriyetini elde etmek isteyen (  köle), iffetini korumak niyetiyle evlenmek isteyen.” (  Tirmizi, Fezailu’l-Cihad, 20)

ALLAH’IN SEVDİĞİ VE SEVMEDİĞİ ÜÇ KİŞİ


Hz. Ebu Zerr anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Üç kişi vardır ALLAH onları sever; üç kişi de vardır ALLAH onlara buğz eder. ALLAH’ın sevdiği üç kişiye

gelince :  (  Birincisi) Bir adam bir topluluğa gelir, onlardan ALLAH adına bir şeyler ister (  ama bunu) kendisiyle onlar arasındaki bir akrabalık ya da yakınlık nedeniyle

istemez. Onun başvurduğu kimseler, istediğini vermezler. İçlerinden biri ise o topluluğun arkasına kayıp isteyen kimseye gizlice ihsanda bulunur. (  Öyle gizli verir ki) onun

verdiğini sadece ALLAH ile ihsanda bulunduğu adam bilir.

(  İkincisi) Bir topluluk yoldadır. Gece boyu da yürürler. Derken uyku her şeyden değerli bir hal alır. Konaklarlar. Bir adam kalkıp Bana karşı tevazu ile yakarışta bulunur,

ayetlerimi okur.

(  Üçüncüsü) Bir askeri birliğe katılmıştır. Birlik düşmanla karşılaşır ve hezimete uğrar. Ancak o ilerler ve öldürülünceye veya başarıncaya kadar savaşmaya devam eder.

ALLAH’ın buğz ettiği üç kişiye gelince, bunlar :  Zina eden ihtiyar, kibirli fakir ve zalim zengindir.” (  Tirmizi, Cennet, 25)

AÇIKLAMA :  Buğz edilen kişilerin ortak özellikleri, adeta kendilerini zorlayarak fıtratlarının gereğinin zıddını yapmalarıdır. Çünkü ihtiyarlık fıtratı zinadan, fakirlik

fıtratı kibirden, zenginlik fıtratı ise zulümden uzak durmayı gerektirir.

MAHŞER MEYDANINDA ALLAH’IN KENDİ GÖLGESİNE ALACAĞI YEDİ İNSAN TİPİ

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yedi kişi vardır ki ALLAH onları hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet Günü’nde Kendi gölgesinde gölgeler :  

(  Bunlar) Adalet sahibi yönetici; ALLAH’a ibadet içinde yetişen genç; mescidden ayrıldıktan sonra tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse; birbirlerini ALLAH için

seven, ALLAH rızası için bir araya gelip, ALLAH rızası için ayrılan iki kişi; güzel ve toplum içerisinde statü sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde ‘Ben ALLAH’tan

korkarım’ deyip bu daveti reddeden kimse; ALLAH’ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş akıtan kimse.” (  Buhari, Ezan, 36)

ALLAH’IN SALİH KULLARINA VERDİĞİ DEĞER

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Kıyamet Günü Aziz ve Celil olan ALLAH şöyle buyuracak :  ‘Ey Ademoğlu! Ben hasta oldum sen Beni ziyaret

etmedin!’

Kul diyecek :  ‘Ey Rabbim! Sen Alemlerin Rabbi iken ben Seni nasıl ziyaret edebilirim?!’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Bilmedin mi falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin, bilmiyor musun? Eğer onu ziyaret etseydin, yanında Beni bulacaktın!’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Ey Ademoğlu! Ben senden yiyecek istedim ama sen Beni doyurmadın!?’

Kul diyecek :  ‘Ey Rabbim! Ben Seni nasıl doyururum. Sen ki Alemlerin Rabbisin!’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin Ben onu yanımda bulacaktım.’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Ben senden su istedim, Bana su vermedin?!’

Kul diyecek :  ‘Ey Rabbim! Ben Sana nasıl su içirebilirim? Sen ki Alemlerin Rabbisin!’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Falan kulum senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su verseydin, bunu Benim yanımda bulacaktın!?” (  Müslim, Birr, 43)

DÜNYA ALLAH KATINDA DEĞERSİZDİR

Hz. Sehl bin Sa’d anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Eğer dünya ALLAH katında sivrisineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kafire ondan bir yudum

su içirmezdi.” (  Tirmizi, Zühd, 13)

ALLAH SEVDİĞİ KULUNU DÜNYADAN UZAK TUTAR

Hz. Katade bin Nu’man anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “ALLAH bir kulu sevdi mi onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin hastasına suyu yasaklaması

gibi.” (  Tirmizi, Tıbb, 1)

AÇIKLAMA :  Bu, mutlaka o kulun yoksul biri haline getirileceğini göstermez. Varlıklı da olsa, dünyaya ait maddi ve geçici değerler o kişinin gözünde önemli sayılmaz. Hayatını

onların üzerine kurmaz. Suyun yasaklanmasına gelince, o dönemde Araplar suyun hastalara zararlı olduğuna inanıyorlardı.

ALLAH HANGİ MALA NASIL MUAMELE EDER

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Kim ödemek arzusu ile insanların parasını alır ise ALLAH (  onun borcunu) öder. Kim de batırmak

niyetiyle insanların parasını alır ise ALLAH onu helak eder.” (  Buhari, İstikraz, 2)

ALLAH VE ZULME UĞRAYANIN DUASI

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “ALLAH, (  zulme uğrayanın) duasını bulutların üzerine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Yüce

ALLAH :

‘İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da duanı mutlaka kabul edeceğim!’ buyurur.” (  Tirmizi, Cennet, 2)

ALLAH’IN RAHMETi VE CENNET’E EN SON GİRENİN HALİ

Hz. Muğire bin Şu’be anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Hz. Musa (  ALLAH’ın Selamı Üzerine) Rabbine sordu :

‘Derece itibariyle Cennet halkının en düşüğü nasıldır?’ Yüce Rabb buyurdu :

‘O, bütün Cennet halkı Cennet’e girdikten sonra gelecek biridir ki kendisine :  ‘Cennet’e gir!’ denilir. O kişi :

‘Ey Rabbim nasıl gireyim? Herkes yerlerine yerleşti, bütün Cennet tutuldu!’ der. Ona şu cevap verilir :

‘Sana dünya hükümdarlarından birinin mülkü kadar mülk verilmesine razı mısın?’ O :

‘Rabbim razıyım!’ der. Yüce Rabb :

‘Bu sana verilmiştir. Ve onun da bir katı ve onun da bir katı ve onun da bir katı ve onun da bir katı…’ O kişi beşinci de :

‘Ey Rabbim razı oldum (  yeter)!’ der. Yüce Rabb :

‘Bunlarla beraber daha on katı da sana verildi. Ayrıca gönlün her ne isterse, gözün neden zevk alırsa… Hepsi sana verilmiştir!’ buyurur. O kişi :

‘Rabbim razı oldum (  yeter)!’ der. (  Ve Hz. Musa tekrar sordu) :

‘Ya derecesi en üstün olan?’ (  ALLAH cevap verdi) :

‘İşte irade ettiklerim bunlardı. Onların keramet fidanlarını kendi elimle diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Onlara hazırladığımı, ne bir göz görmüş ne bir kulak işitmiştir.

Hiçbir insanın kalbine de o şeylerle ilgili bir bilgi gelmemiştir.” (  Müslim, İman, 312)

kelimeitevhidHz. Abdullah bin Mes’ud anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Cennet’e en son giren kimse bazen yürür, bazen ağlar. Ateş de arada sırada onu

yalar geçer. Cehennem’i tamamen geçince dönüp ona bir bakar ve :
‘Beni senden kurtaran ALLAH münezzehtir! Yüce ALLAH bana hiç kimseye vermediği şeyi verdi’ der. Derken ona bir ağaç gösterilir. O :

‘Ya Rabbi’ der, ‘beni şu ağaca yaklaştır da altında gölgeleneyim, suyundan içeyim!’ Yüce ALLAH :

‘Ey Ademoğlu! Dilediğini versem Benden başka bir şey istemezsin değil mi?’ der. O kişi :

‘Ey Rabbim! Bundan başka bir şey istemeyeceğim!’ der ve başka bir şey istemeyeceğine söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. çünkü o sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Onu

ağaca yaklaştırır. Kişi, ağacın gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra ona öncekinden de daha güzel bir ağaç gösterilir. Dayanamayıp :

‘Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır, gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, artık Senden başka bir şey istemeyeceğim!’ der. Yüce ALLAH :

‘Ey Ademoğlu! Bana öncekinden başkasını istememeye söz vermemiş miydin? Ben seni ona yaklaştıracak olsam başka şeyler de isteyeceksin!’ der. O kişi artık başka bir şey

istemeyeceğine dair söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. ALLAH kişiyi o ağaca da yaklaştırır. Ve kişi onun gölgesinde de

gölgelenir, suyundan içer.

Sonra ona Cennet’in kapısının yanında bir ağaç yükseltilir. Bu ağaç, diğer ikisinden daha güzeldir. O kişi yine :
‘Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, Senden başka bir şey istemiyorum!’ der. Yüce Rabb :
‘Ey Ademoğlu! Sen öncekinden başka bir şey istemeyeceğine de Bana söz vermemiş miydin?’ der. O kişi :
‘Evet Rabbim! Senden başka bir şey istemeyeceğim’ der. Rabbi onun özrünü kabul eder. çünkü o sabredemeyeceği bir şey görmüştür. Onu bu ağaca da yaklaştırır. Kişi o ağaca

yaklaştırılınca Cennet halkının seslerini duyar. (  Dayanamayıp) :

‘Ey Rabbim! Beni Cennet’e sok!’ der. Yüce Rabb :
‘Ey Ademoğlu’ Beni senden kurtaracak şey nedir! Sana dünya kadarını ve beraberinde bir o kadarını daha versem razı olur musun!’ der. O kişi :
‘Ey Rabbim! Benimle alay mı ediyorsun? Sen ki Alemlerin Rabbi’sin!’ der.

(  Hadisi rivayet eden) Abdullah bin Mes’ud, bu noktada güldü ve :

‘Niye güldüğümü sormuyor musunuz?’ dedi. İnsanlar :

‘Niye güldün söyle?’ dediler. O :

‘Rasulullah da (  Ona Binler Selam) böyle gülmüştü. ‘Niye güldünüz?’ diye sorulduğunda da’ :
‘Alemlerin Rabbi’nin, o kişi :  ‘Sen ki Alemlerin Rabbi’sin, benimle alay mı ediyorsun?’ deyince gülmesine gülüyorum!’ dedi. Yüce ALLAH :
‘Ben, seninle alay etmiyorum. Fakat Ben, Şanı Yüce Olan’ım. Dilediğimi yapmaya gücü yetenim.’ buyurdu.” (  Müslim, İman, 310)

ALLAH’IN EN ÇOK BUĞZ ETTİĞİ ERKEK?

Hz. Aişe anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “ALLAH’ın en çok buğz ettiği erkek, şiddetli düşmanlık eden hasımdır.” (  Buhari, Ahkam, 34)

ALLAH’IN RAHMETİ VE CEHENNEM

Hz. Enes anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH şöyle seslenir :  ‘Beni bir gün zikreden ya da herhangi bir yerde Benden korkan kimseyi ateşten

çıkarın!” (  Tirmizi, Cehennem, 9)

AÇIKLAMA :  Bu durum, dünyadan imanla ayrılmış ve Cehennem’e de Mü’min olarak gitmiş kimse için söz konusudur.

ALLAH’IN EN CÖMERT OLDUĞU ZAMAN

Hz. Muaz bin Cebel anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Akşamdan (  abdestli olarak) temizlik üzere zikrederek uyuyan ve geceleyin de uyanıp ALLAH’tan dünya

ve ahiret için hayır isteyen hiç kimse yoktur ki ALLAH dilediğini vermesin.” (  Ebu Davud, Edeb, 105)

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri girince (  rahmetiyle) dünya semasına iner ve :  ‘Kim Bana dua

ediyorsa, ona cevap vereyim. Kim Benden bir şey istiyorsa onu vereyim. Kim Benden bağışlanma diliyorsa onu bağışlayayım’ der.” (  Buhari, Tevhid, 35)

MÂRİFETULLAH

Allah'ı bilme, tanıma, O'nu bütün sıfatlarıyla öğrenme, hakkında bilgi sahibi olma.

Mârifetullah, iki kelimeden meydana gelen bir tamlamadır. Bunlar "marifet" ve "Allah" kelimeleridir. Marifet; lügatta, herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkta yapılmış olan şey,

bilme, biliş, vasıta, hoşa gitmeyen şey, tuhaflık manalarına gelmektedir. Bununla birlikte, marifet, Allah'ı O'nun isimlerini ve sıfatlarını, kudret ve iradesinin geçerliğini

bilmek; alçak gönüllü olmak manasını ifade ettiği gibi bilginler arasında ilim manasına da gelmektedir, ki onlara göre, her itim bir marifettir, her marifette bir ilimdir.

Allah'ı âlim (  bilen) herkes ariftir, her arif de âlimdir (  Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyri Risâlesi, s. 427).

Genel olarak bu manalara gelmekte olan "marifet", Allah lâfzı ile bir tamlama oluşturduğunda, yani "mârifetullah" denildiğinde ise "Allah'ın vücûd ve vahdaniyetinin bilinmesi"

manasına gelmektedir.

Mârifetullah, aslında, kişinin Allah'ı hakkıyla tanıması, bilmesi ve buna göre O'na bağlanması anlamında kullanılmaktadır. Zira, kişi, Allah'ı hakkıyla tanırsa, O'nun emir ve

yasaklarına bağlanır. Mârifetullah bilgisinde şu üç nokta yer almaktadır.

1. İzzet ve Celâl sahibi olan Allah'ı ve O'nun birliğini bilmek, ululuğu ulu olan ve her türlü noksan sıfatlardan münezzeh bulunan zatından teşbihi red etmek ve uzaklaştırmak;

2. Allah'ın sıfatlarını ve bu sıfatların hükümlerini bilmek,

3. Allah'ın fiillerini ve bu fiillerin hikmetlerini kavramak (  Hucvirî, Keşful-Mahcûb, İstanbul 1982, s. 92).

Cüneydî Bağdâdîye marifet ile ilgili bir soru sorulduğunda şöyle cevap verir :  "Marifetten ve bunu elde etmenin sebeplerinden sordu. Marifet, gerek havasdan, gerek avamdan

olsun bir tek marifettir. Çünkü onunla bilinen şey birdir. Fakat bunun başlangıcı ve yükseği vardır. Havas, yükseğindedir. Gerçi tam gayesine ve sonuna varamaz. Zira arifler

katında maruf un sonu yoktur. Düşüncenin yetişmediği, akılların kapsayamadığı, zihinlerin algılayamadığı, görmenin keyfiyetine eremediği zatı marifet nasıl kapsar? Yaratıkları

içinde O'nu en iyi bilenler, O'nun azametini idrakten, yahut zatını keşfetmekten aciz olduklarını en çok ikrar ederler. Çünkü benzeri olmayanı idrakten âciz olduklarını

bilirler. Zira O, kadimdir, mâsivası ile muhdestir. Zira O, kavîdir, kuvvetini bir kuvvet verenden almamıştır. Halbuki O'ndan gayrı her kavî, O'nun kuvvetiyle kavîdir. Zira O,

öğretmensiz âlimdir ve kendisinden başka bir kimseden bir fayda almamıştır. Her şeyi başkasından öğrenmekle değil, kendi ilmiyle bilir. O'ndan başka her âlimin ilmi O'ndan

gelir. Tesbih ve tenzih, bidayetsiz evvel olan, nihayetsiz baki olan kendinden başkasının bu vasfa hakkı olmadığı ve bu vasıfların kendinden başkasına yaraşmadığı Allah'a olsun"

Kur'ân-ı Kerim'de; "Allah'ı hakkıyla takdir edemediler" (  el-En'âm, 6/91) ayeti, mârifetullah bilgisine işaret ettiği rivayet edilmektedir. Nitekim Ebû Ubeyde'nin, ayeti

"Allah'ı hakkıyla tanıyamadılar, bilemediler" şeklinde açıkladığını görmekteyiz (  el-Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrût 1965, VII, 37).

Ömer DUMLU

MARİFET : “Tanıma”,“Bilme”

MARİFETULLAH  : “İlâhî hakikatlara vukufiyet”, “Kalbî inkişaf”, “İlâhî sıfat ve isimlerin tecellilerine tefekkürde erişilen mertebe.

“Bütün ulûm-u hakikiyyenin esası ve nuru ve ruhu marifetullahdır.” (  Sözler)

Allah’a inanan insanın kalbi imanla nurlanmıştır. Bu, kör gözün açılmasından, işitmeyen kulağın duymaya başlamasından çok ileri bir inkişafla ruhun, Rabbine kavuşması, ona

inanması ve kendini onun mahlûku bilmesidir. Şimdi sıra, O’nu tanıma vadisinde mesafeler katetmeye gelmiştir.

Kur’an-ı Kerim, mü’mine daima marifet dersleri verir. Allah’ın adıyla başlar ve hemen Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bildirir. Bu bir marifettir, yâni Allah’ı tanımaktır.

Rahman ve Rahim olarak.

“Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” emriyle Allah Resulüne (  a.s.m.) ve onun şahsında da bütün ümmetine marifet sahasında mesafeler katetme emri verilmiş. Biz bu emirdeki Rab

isminden dersimizi alarak, öncelikle kendimizde tecelli eden İlâhî terbiyeyi okuruz. Kanımızı, hücremizi okuruz; yüzümüzü gözümüzü okuruz; kalbimizi ruhumuzu okuruz... Hepsini

en güzel ve en faydalı biçimde terbiye eden Rabbimizin rahmetini, keremini okuruz.

Okudukça O’nun rububiyetine marifetimiz artar. O’nun rahmetine marifetimiz artar. İhsanını daha güzel, daha net, daha açık seyreder oluruz.

Âyetin devamına geçer, nutfeden yaratıldığımızı ibretle düşünürüz. Bizi her şeyimizle o küçücük şifrede yerleştiren ve onu açıp her organımızı yerli yerine koyan Rabbimizin

lütfuna, rahmetine hayran kalırız.

Geçeriz Fatiha sûresine.. Rabbimizi, “Rabb-ül-âlemin” olarak tanırız. O, bizim Rabbimiz olduğu gibi, bütün hayvanlar, bitkiler âleminin de Rabbi. Sema âleminin, arz âleminin de

Rabbi. Melek âleminin, cin âleminin de Rabbi. Arşın, kürsinin, cennet ve cehennemin de Rabbi. Bunları düşündükçe, O’nun marifetinde daha da terakki ederiz.

İnsan marifetullahda ileri gittikçe hem Rabbinin keremini, ihsanını, afvını ve ğufranını daha iyi anlar; hem de O’nun kudretini, azametini, celâl ve kibriyasını. Böylece o

mü’minin ruhunda muhabbetle mehafet, yâni Allah sevgisiyle Allah korkusu birlikte inkişaf eder. Rabbini ne kadar çok severse, korkusu da o nisbette artar.

İnsan bir zâtı sevdi mi, onun teveccühünü kaybetme endişesi ruhunu sarar. Sevgiyle korkunun bu sentezine “hürmet” diyoruz. Hürmette sevgi hâkimdir, ama korku da onun

yanıbaşından ayrılmaz.

Allah’a kullukta da muhabbetle mehafet beraber yürürler. Her ikisi de marifetin inkişafı nisbetinde ilerler, yükselirler.

Marifet, uçsuz bucaksız sema. Marifet, sonu gelmez yolculuk. Bir kul, bütün sıfatları sonsuz olan Allah’ın marifetinde ne kadar ileri giderse gitsin, önünde yine sonsuz bir

mesafe vardır.

Resulûllah Efendimiz (  a.s.m.), Mi’rac mûcizesinden önce de, mahlûkat içerisinde tahkikî imanın son hududundaydı. Mi’rac ile, marifet semasına uruc etti. Rabbinin mülkünü kat

kat gezdi. Cennetini, cehennemini gördü. Melekler âlemini bütün ihtişamı ile seyretti. O mukaddes ruhunu safha safha yücelten ve O’nu ulviyet mertebelerinde sür’atle yükselten

bu bereketli seyahat sonunda, pâk lisanından şu cümle dökülmüştü :

“Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben (  senin lütfunla eriştiğim bu marifet mertebesine rağmen yine de) seni hakkıyla tanımayamadım, bilemedim.”

Bu mânâyı ders veren bir Hadis-i Kudsi :

“Allah’ı hakkıyla ancak kendisi bilir.”

Resulûllah Efendimiz (  a.s.m.), “ben zaten semalara, cennete cehenneme ve onlarda vazife gören meleklere iman etmişim” demekle kalmayıp, Allah’ın emriyle o âlemleri gezdiği

gibi, biz de Onun bu sünnetine hiç olmazsa tefekkürle uymalı, o âlemlerde fikren gezmeli, İlâhî sıfatların onlardaki geniş tecellilerini hayretle düşünmeli ve ruhumuzun İlâhî

marifetle her an biraz daha terakki etmesine çalışmalıyız.

Allah’ın marifetinde ilerlemenin, yükselmenin yolu, bizim için düşünmekten, okumaktan geçer. Bilhassa iman hakikatlarına ait ulvî dersleri.

“Basiret nuruyla bakanlar, muhabbet ve ünsiyetin, Mahbubu devamlı olarak hatırlamakla kökleşeceğini, marifetin ise O’nun zâtını, sıfat ve fiillerini daima düşünmekle mümkün

olabileceğini bilmişlerdir.” “Marifet, fikrin devamı ile hâsıl olur.” (  İhya-yı Ulûm’dan)

Buna göre, “ben zaten iman ediyorum” diyerek tefekkürden uzak kalmak, insanı marifetullahda geri bırakır.

Etrafımızı çepeçevre kuşatan mahlûklardan, meselâ, bir yaprağa göz atalım. Biz o nazenin mahlûğu sadece rengiyle ve şekliyle tanırız. Onun hakkındaki marifetimiz, bilgimiz dar

bir çerçevededir. Ama, biyoloji eğitimi görmüş, bitki fizyolojisi üzerinde ihtisas yapmış bir başkası, onun hakkında makaleler döker, kitaplar yazar.

Dağ dendi mi, aklımızda sadece birkaç kelime, yahut bir iki cümle canlanır. Onun hakkındaki bilgimiz, onu tanımamız bu kadar kısa, bu kadar yetersizdir. Bir maden mühendisinin

bu husustaki bilgisi, marifeti ise kitaplara sığmaz.

Yaprak ve dağ; kâinat kitabından ancak iki kelime. Ve insan bu muhteşem kitabın sadece bir yahut iki kelimesinde ihtisas sahibi olabiliyor.

Şimdi şöyle bir düşünelim :  Kâinatın her yönüyle bilinmesi insan idrakini çok çok aşarsa, insanı hücre hücre, semayı yıldız yıldız, cenneti kat kat, cehennemi tabaka tabaka

yaratan Allah’ın o sonsuz sıfatları hakkında insanın marifeti ne kadar noksan kalacaktır! Zaten O’nun mukaddes zâtını hakkıyla bilmek, beşerin idrak sahası dışındadır.

Bir mü’min, ömrünün bütün dakikalarını marifetullahda her an terakki etmekle geçirse, sonunda söyleyeceği söz, “ben seni hakkıyla tanıyamadım” olacaktır.

Yine böyle bir ömrü, hep şükürle, hep ibadetle geçirse sonunda “ben sana hakkıyla şükredemedim, sana hakkıyla ibadet edemedim.” diyecektir.

Allah’ın cemali de sonsuz, celâli de kemali de... Her mü’min bunlara iman eder. Ama marifet hususunda, aralarında büyük farklılıklar var.

Bir tek misal :

Her mü’min Cenâb-ı Hakk’ın mekândan münezzeh ve her mekânda hazır olduğuna inanır. Bütün mekânları ve onlarda meydana gelen bütün hâdiseleri birlikte yaratan Zâtın, mekândan

münezzeh ve her mekânda hazır olduğuna akıl da şehadet eder. Ama bu imanın, bu şehadetin kalblerde, duygularda, hislerde icra ettiği tesir noktasında, mü’minler arasında çok

farklılıklar vardır. Bu hakikatı sadece sorulduğunda hatırlayan bir mü’min ile, bu imanını ruhunda hâkim kılan ve her an İlâhî murakabe altında bulunduğunun idraki içinde

sözlerini, fiillerini ve hallerini daima kontrol altında tutan bir diğer mü’minin bu noktadaki marifetleri birbirinden çok farklıdır.

İslâm’da tevhid esasdır. Her mü’min Allah’ın bir olduğunu bilir. O’nun eşi, benzeri, yardımcısı olmadığına iman eder. Bu, gerçek bir marifettir. Ama bu marifette de nice

dereceler var. “Vahdehu”nun şu tefsirine bu nazarla bakalım :

“Allah birdir. Başkasına müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı kâinat birdir,

herşeyin dizgini O’nun elinde, her şeyin hazinesi O’nun yanındadır.” (  Mektubat)

İşte bu ulvî makama ermede mü’minler arasında nice dereceler var.

İnsan, Allah’ın azametine marifet kazandıkça, ruhu huzur ve huşû ile dolar.

Onun irade sıfatına olan marifeti terakki edince, âkıbetinden daima endişe eder. Zira, O’nun iradesine mâni olacak bir başka irade bulunmadığına yakînen inanmıştır.

O’nun kibriyasını düşündükçe, nefsinin zillet ve hakaretini daha iyi anlar; ona büyüklenme fırsatı vermez.

Herbiri sonsuz kemalde bulunan bütün İlâhî sıfatlar ve isimleri de bunlara kıyas ettiğimizde Allah’ın marifetinde terakki etmenin sonu olmadığını daha iyi anlar, bu vadide

insanlar arasında bir bakıma sonsuz farklılık bulunduğunu daha iyi idrak ederiz.

İnsanın yaratılış gayesinin ibadet olduğunu beyan eden İlâhî fermandaki bu ibadet kelimesini, büyük âlimlerimiz marifet olarak tefsir etmişler. İnsanın yaratılış gayesi Allah’ı

tanımak ve bu vadide daima ilerlemektir, demişler. Bu mânâ gerçekten de ruhumuzu tam tatmin ediyor.

Bilindiği gibi cennette, namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler yok. Ama, marifette terakki, orada, çok daha ileri seviyesiyle, yine hükmünü icra edecek. Burada, bir bardak suda

Allah’ın rahmetini okuyan, O’nu Rezzak olarak tanıyan bir mü’min, orada cennet ırmaklarından içecek, Rabbinin rezzakiyetini çok daha güzel anlayacak, daha geniş dairelerde

tefekkür edecek.

Burada semayı seyreden gözler, orada Arşı seyredecekler.

Ba’s hâdisesiyle insanlar yeniden yaratılırken, cennetin bütün lezzetlerinden faydalanabilecek ve cehennemin o hayallere sığmaz acılarını çekebilecek bir mahiyete kavuşacaklar.

İşte, mü’min, bu yeni yaratılışıyla, cennette dünyadakinden çok daha fazla lezzet alacak; tefekkürü, hayreti, şükrü ve marifeti de o nisbette artacaktır.

Bu dünyadaki nimetler, cennettekilerin yanında gölge gibi. O halde, oradaki marifet de bu dünyadakinden o derece ileri olmalı.

-------------

İnsanın Allah'ı Tanıması

Geçmiş peygamberlerin kitaplarında, insan hitabeden şu söz meş­hurdur :

Ey insan, Rabbini tanımak için kendini tanı “insanın kendisi bir aynadır, ona bakan hakkı görür. Birçok insanlar kendilerine bakar fakat hakkı göremezler. O halde kendini

bilmek, Allahü Tealayı bilmeye hangi yolla vesile olduğunu bilmek lazımdır. İnsan önce kendi­ni bilince anlar ki; bundan önce nice yıllar geçmiştir, kendisinin namı nişanı yok

idi. Şimdi ise akıllara durgunluk veren haller onda meydana geldi. Ama bütün bu azaları kendisi mi, yoksa başkası mı mey­dana getirdi? İnsan zaruri olarak bilir ki, her azası

yerinde olduğu halde bir kıl ucu yaratmaktan acizdir. Demek ki, bir su damlası iken daha aciz ve noksan idi. Böylece kendini yaratanın kudretini görür ve bilir ki, her bakımdan

tam bir kudret vardır. İstediğini istediği gibi yaratır. Bundan daha üstün hangi kudret olabilir ki, böyle hakir ve aşağı bir damla sudan, olgun, güzel, hikmetli ve şaşılacak

bir şa­hıs yaratıyor.

Kendinde olan akıl almaz bu inceliklere ve organların faidelerine ve her birinin ne hikmetle yaratıldığına, el, ayak, göz ve dil gibi za­hiri organlarına bakınca, kendini

yaratanın ilmini bilip, her şeyi ku­şatmakta olduğunu ve yine böyle bir alimin bilmediği hiç bir şeyi olmadığını anlar.

Çünkü bütün akıllıların aklı bir araya gelse, onlara uzun ömür ve­rilse bu organlardan birini daha iyi yapmayı düşünseler, asla yapmazlar. Mesela, yenilen şeyleri kesmek için

keskin olan ön dişlerini kesmek için uçları düz olan azı dişlerini, değirmene öğütebileceği şeyleri atan dil küreğini, yemekleri hamur haline getirecek salgı kuvvetini, sonra

boğaza gidip orada kalmamasını, bütün akılları, bundan daha iyi bir şekilde yapamazlar.

İnsanın her parçasında bunun gibi hikmetler vardır. Bir kimse bu hikmetleri ne kadar çok bilse, Allah'ın ilminin azametine hayranlığı o kadar çok olur. İnsan kendi zatının

zuhurundan Allahü Teala’nın zatını görür. Etrafındaki şaşılacak hikmetler ve faydalarda, hakkın ilminin kemalini görür. İşte bunun için kendini tanımak Allahü Tealayı bilmenin

anahtarı olur.[98]

Allah'a Yöneliş

İçinde yaşadığımız bu alem boşuna yaratılmış değildir. Hayat ve ölümün hikmetlerini kavramak ve kendisini ona göre ayarlamak her insanın başlıca vazifesidir. Yaratılan her şey

onun yüzü suyu hürmetine vücuda gelmiş ve onun hizmetine tahsis edilmiştir. Bütün var­lıklar gayesinin yolcusu olunca, insan için gayesiz yaşama düşünülebilir mi? Dünya

hayatının Allah'a giden ince yollarında gaflet ayaklarının kaba izleri ayıp ve günah değil midir?

O halde kainat karşısında yüceliği ile uygun yaşamak isteyen insana ilahi gaye yoluna girmek zaruri bir hayat şartı oluyor.

Hakikatte yüksek hayat, ancak iman ışığı altında, İslami neş’elerle takip olunabilir. Bunun içindir ki, ilk insan ve Peygamber Adem, (  a.s.) dan itibaren asırlar boyunca

insanlar din mükellefiyeti karşısında kalmış, imanlı ve faziletli yaşamaya davet olunmuşlardır. Din hilkatle başlayan bir ihtiyaç ve zarurettir. İnsan hayatının en kuv­vetli

tezahürüdür.

Cehalet ve bozgunculuklarla kaybolan ilahı hakikatleri yenilemek, insanları daldıkları imansızlık ve ahlaksızlık karanlıklarından hak ve fazilet nuruna çıkarmak için zaman zaman

peygamberler gönderilmiş ve kitaplar indirilmiştir. Bu Allah’ımızın biz kullarına en büyük lutfu ihsanıdır. Nihayet beşeriyetin ebedi mürşidi, son peygamberimiz Hz. Muhammed (  

s.a.s.) efendimiz geldi, bu suretle nübüyvet nuru sonsuzluğu gölgesine almış oldu, İslam dini ve Kur'an gelince başka dinlere ve kitaplara lüzum kalmamış, ruhani hakimiyet, hak

saltanatı Müslümanlığa nasip olmuş ve onda karar kılmıştır. Artık dindar yaşamak isteyenler için başka din aramağa ihtiyaç kalmadığı gibi, İslam dininden başka dinlere davet

propagandaları da lüzumsuz ve abes bir meşgale halini almıştır.

İslam dini, haiz olduğu ilahi nur sayesinde hayatı beşikten mezara, oradan da ahiret aleminin esrarengiz hakikatlarına kadar aydınlatmakta ve hakiki hayat yolcularına ruhani

rehberlik etmektedir. Müs­lümanlık, cihana hikmet gözüyle bakmayı emretmekte ve hayatın takip olunmasını istemektedir.

İnsan her zaman düşünmeli, kendi kendine Sorular sormalı ve kai­nata bakıp ibret almalıdır. Ben, yüz sene önce neredeydim. Yüz sene sonra nerede olacağım? Yaratılmam için

dilekçemi verdim? Ölümden rüşvetle kurtulabilir miyim? Ben kadir miyim, aciz miyim? Ka­dir olsam, mademki kadirim kuvvetliyim, yedeğe, içmeye, havaya neden ihtiyaç duyuyorum?

Niçin sıcakta yanıyor soğukta donuyorum? Niçin hastalanıyorum ve hemen doktora koşuyorum? Doktor her hastalığa çare bulabiliyor mu? Böbreğin aklı mı var, kandan idrarı nasıl

ayırıyor?

Gözümü, kulağımı yapan usta, Asya'da mı, Avrupa'da mı, Ameri­ka'da mı, nerede, nasıl yaptı? Bugün insanlar aya çıkıyor niçin insanın tırnağını bile yapamıyorlar? Gökten yağan

yağmur aynı, yerden fışkıran su aynı, güneş aynı fakat yerden çıkan bitkiler, ağaçlar niçin başka başka? Renkler ayrı şekiller ayrı, kokular çeşit çeşit Ayı, güneşi, yıldızları

yaratan, dünyayı güneşin etrafında döndüren kim?

Mademki her şey tesadüfi, dünya niçin bir gezegene çarpıp duman olmuyor? Alemde bir nizam, intizam var, tesadüfi diye asla bir şey yoktur.

Sağır ateşe, kör toprağa, aciz suya, ruhsuz havaya tabiat deniyor. Birbirinden aciz olan bu maddeler hiç bir şey yaratabilir mi? Bir basit ilaç uzun yıllar okuyan kimyagerin

derin derin düşünerek ince he­sabıyla, yaratılmış hazır maddelerden, üç gram birinden beş gram birinden alıp bir araya getirmekle meydana gelir. Öyleyse bu muazzam mahlukatı

kör, sağır, akılsız tabiat yaratabilir mi?

Hayır, beni bir yaratan var. Kainatı idare eden bir idareci var. Kur­an- ı Kerim tam düşünceme uygun, bana doğru yolu gösteriyor ve be­ni tefekküre sevk ediyor. Hem dünya ve hem

de ahir et için saadet kay­nağı, yaratıcının kelamı olduğu lafzıyle, manasıyle ve her yönüyle apaçık. İşte bu yüce kitabın sahibi olan Allah bir gün beni ahir ete davet edecek,

tekrar diriltecek ve bana verdiği nimetlerin hesabını teker teker soracak, öyle ise ben Cenab-ı hakkın yolundan nasıl çıkarım. İnsan düşünüp demeli :  Ben aciz Allah kaadir, ben

cahil Allah alim, ben mahluk Allah halik, o halde ben mi iyi bilirim, yoksa beni ya­ratan mı? Elbette ki Yüce Allah her şeyi daha iyi bilir. Belki güneş ile mum ışığını mukayese

etmek mümkündür, fakat Cenab-ı Hak ile O'nun kulu katiyyen mukayese edilemez.

Nefsiyle caniyle cihat denilince, eski zaman savaşlarında olduğu gibi, eline bir kılıç alıp düşmanın üzerine yürümek anlaşılmasın. Ci­hat çok geniş manalı bir mefhumdur. Lügat

itbarıyle aşırı gayret göstermek, cehit sarf etmek demektir. Allah yolunda yapılan her çalışma cihattır.[99]

-----------

Allah’ın İsim ve Sıfatları

İmam Taberi isim ve sıfatlar hakkında şöyle demiştir :

“Buluğ ve ergenlik çağına erişen her kadın ve erkek Allah’ın isim ve sıfatlarını delilleri ile bilmezse Müslüman olmaz. Çocuklar yedi yaşına geldiklerinde onlara bu konu ile

ilgili delilleri öğretmek ve onları yetiştirmek velilerine vaciptir.”

Maturidi Kitabu’t-Tevhid 27
A) Allah’ın İsimleri

Allah-u Teâlâ’nın isimleri, kendisi için özel alametlerdir. Bunlar ancak Kur’an ve sünnet esas alınarak belirlenebilir. Bu isimlerden her biri, bir veya daha fazla sıfata

delalet edebilir. Mesela Alim ismi, ilim sıfatına, Kadir ismi kudret sıfatına, Rahman ismi rahmet sıfatına delalet etmektedir. İsim ve sıfatların tamamının manalarını ise

‘Allah’ ismi kapsamaktadır.

Allah’ı isimlerinde birlemek, O’nun her ismine ve o ismin delalet ettiği manaya inanmayı gerektirir.
Allah’ın İsimlerin Adedi

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Allah’ın yüzden bir eksik, doksan dokuz ismi vardır. Herkim onları sayarsa cennete girer. Allah tektir ve teki sever.”

Buhari 6348, Müslim 2677/5

Hadisinden dolayı Allah’ın doksan dokuz ismi olduğu bilinmektedir. Ancak alimlerin büyük çoğunluğu Allah’ın isimlerinin bundan daha fazla olduğu görüşündedirler. Delilleri de şu

hadistir. Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Ey Allah’ım! Kendini isimlendirdiğin, Kitabı’nda indirdiğin veya katındaki (  bizce bilinmeyen) gayb ilminde kendine sakladığın Sana ait tüm isimlerle Senden istiyorum.

Kur’an’ı gönlümün baharı, kalbimin cilası yap, O’nunla hüznümü, gam ve kederimi gider.”

Ahmed 1/391-3712-4318, Hakim 1/509, Mucemu’l-Kebir 10352, Ebu Ya’la 5297, İbni Ebi Şeybe Musannef 29309, İbni Hibban İhsan 972, Bezzar Keşfu’l-Estar 3122, Albani Sahiha 199

İbnu’l-Kayyim (  Rahmetullahi Aleyh) Allah’ın isimlerinin adedi hakkında şunları söylemektedir :

“Esmau’l-Husna, herhangi bir sayı ile sınırlandırılamaz. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın kendi katında gayb aleminde tercih ettiği isim ve sıfatları vardır. Bunları ne Allah’a yakın bir

melek, ne de gönderilen bir nebi bilebilir.”

Bedaiu’l-Fevaid 1/166

Benzer sözleri günümüz alimlerinden Salih bin Fevzan el-İrşad isimli eserinde söylemektedir.

İmam Nevevi (  Rahmetullahi Aleyh)’de :

“Alimler bu 99 lafızlı hadiste Allah’ın isim ve sıfatları hususunda hasr daraltma, sınır olmadığına ittifak etmişlerdir. Bu hadisin manası ‘Allah’ın 99’dan başka ismi yoktur’

şeklinde değildir. Hadis ile kast olunan mana ancak, ‘Kim bu 99 ismi sayarsa cennete girer’ şeklindedir. Onları saymakla cennete girişin bildirilmesiyle istenen, isimlerin

sayısı hakkında bir sınır olduğunu bildirmek değildir.” demekte ve az önce geçen hadisi bu görüşün delili olarak zikretmektedir.”

Müslim Şerhi 5/2589

Hadislerde zikredilen Allah’ın isimlerini saymaktan murat, onları ezberlemek, manalarını anlayıp öğrenmek, gereğince amel etmek ve onlarla tevessül ederek Allah’a dua etmektir.
B) Allah’ın Sıfatları
Sıfatlar İki Çeşittir :
(  1) Zati Sıfatları

Bunlar nefis, ilim, hayat, kudret, görme, işitme, el, vecih (  yüz), kelam, kadem (  ayak), azamet, kibriya, uluv (  yükseklik), zenginlik, rahmet ve hikmettir. Bu sıfatlar

Allah’ın şahsında sabittir, O’ndan ayrılmaz.
(  2) Fiili Sıfatları

İstiva (  yükselme), nüzul (  inme), gelme, hayret etme, gülme, razı olma, sevme, kerih görme, kızma, sevinme, gazap etme, maiyyet (  beraberlik) vb. sıfatlardır. Bunlar

görüldüğü gibi, Allah’ın iradesi ve kudreti ile alakalı sıfatlardır.

Bu çeşit sıfatlarda bize gerekli olan, Allah’ın kemaline layık mana üzere onları Allah’a isbat edip belirlemektir.
İsim ve Sıfat Tevhidinin Delilleri

Bunlar Kur’an’da ve Sahih Sünnette çoktur. İsim ve sıfatlara en şamil (  kapsayıcı) sure Kur’an’ın üçte biri diye adlandırılan İhlas Suresi’dir. Bu sure kemal sıfatları Allah

için isbat ederken, noksan sıfatlardan da Allah’ı tenzih etmektedir. Kur’an’ın tamamı ise kıssalar, hükümler ve Allah’ın sıfatları şeklinde taksimatlara ayrılmaktadır.

Kur’an’daki en büyük ayet olduğu bildirilen Ayete’l-Kürsi yani Bakara Suresi 255.ayet de, Hadid Suresi 3. ayet de isim ve sıfatlar denilince ilk akla gelen ayetlerdir. Kur’an’da

Allah’ın isim ve sıfatlarından bahsetmeyen bir sure yok gibidir.
Ehli Sünnet’in İsim ve Sıfat İnancı

Ehli Sünnet ve’l-Cemaat;

(  1) Rablerini Kur’an ve Sahih Sünnette geçen sıfatlarıyla tanırlar, lafızları tahrif etmezler, bildirilen isim ve sıfatları benzetme, keyfiyetlendirme ve iptal yoluna sapmadan

geldiği gibi kabul ederler. Yüce Allah’ın sıfatlarının keyfiyeti hakkında sınırlama ve belirlemelerde bulunmazlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…De ki :  Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?...”

Bakara 140

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur…”

Şuara 11

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.”

A’raf 180

(  2) Şanı yüce Allah’ın, kendisinden önce hiçbir şeyin var olmadığı ilk; kendisinden sonra hiçbir şeyin bulunamayacağı son; kendisinin üstünde hiçbir şeyin olmadığı zahir;

kendisinin altında hiçbir şeyin olmadığı batın olduğuna inanırlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“O, ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir.”

Hadid 3

(  3) Onlar Yüce Allah’ın her şeyi yaratan, kuşatan ve her canlıyı rızıklandıran, her şeye güç yetiren ve hesaba çekecek olan tek ilah olduğuna inanırlar.

En’am 101, Fetih 21, Talak 12, Cin 28, Hud 6, Kehf 45, Enbiya 47, Bakara 163

(  4) Onlar Allah-u Teâlâ’nın yarattıklarından yüce, yüksek ve onlardan ayrı olduğuna inandıkları gibi O’nun yedi kat semanın üstünde olduğuna ve Arş’a istiva ettiğine (  

yükseldiğine) ve ilminin her şeyi kuşattığına yorum yapmaksızın inanırlar.

Ra’d 9, A’la 1, Bakara 255, Talak 12


Allah’ın Gökte Oluşu

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Göktekinin sizi yere batırmayacağından emin misiniz?.. Yoksa göktekinin üzerinize taş yağdıran bir fırtına göndermeyeceğinden emin misiniz?..”

Mülk 16, 17

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…Güzel sözler ancak O’na yükselir. Onları da (  Allah’a) salih ameller yükseltir.”

Fatır 10

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Onlar üstlerindeki Rablerinden korkarlar.”

Nahl 50

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Firavun :  ‘Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap! Belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa’nın ilahını görürüm…’ dedi…”

Mü’min 36-37

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Doğrusu Allah, onu (  İsa’yı) kendisine yükseltmiştir…”

Nisa 158, Âl-i İmran 55

Bu hususta Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

a) Muaviye bin Hakem hadisinde Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem), efendisinden tokat yiyen cariyeyi imtihan ederken :

−Allah nerede? diye sordu.

Cariye :

−Semadadır (  semanın üzerindedir), diye cevap verince Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de bunu kabul ve ikrar etti.

Müslim 537/33

b) Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

“…Sizler yeryüzü ahalisine merhamet edin ki, semada bulunan (  Allah) da size merhamet etsin.”

Ebu Davud 4941

c) Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

“Ben semada olan Allah’ın emini (  kendisine güvenileni) olduğum halde sizler bana güvenmiyor musunuz? Halbuki sabah akşam bana gökyüzünün haberi geliyor.”

Buhari 4045, Müslim 1064

(  5) Onlar Kürsü ile Arş’ın hak olduğuna ve Arş’ın su üzerinde olduğuna inanırlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…O’nun Kürsü’sü gökleri ve yeri içine almıştır…”

Bakara 255

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için Arş’ı su üzerindeyken gökleri ve yeri altı günde yaratandır…”

Hud 7

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Arş’ı yüklenen ve onun etrafında bulunanlar Rablerini hamd ile tesbih ederler…”

Mü’min 7

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…O gün Rabbinin Arş’ını onlardan (  meleklerden) sekizi üzerlerinde taşır.”

Hakka 17

Bu hususta Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır :

“…O’nun (  Allah’ın) Arş’ı su üzerindedir…”

Buhari 7289, Müslim 993/37

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Yedi kat gök ile yedi kat yer, Allah’ın Kürsü’sü yanında, ancak genişçe çöl bir yere bırakılmış bir halka gibidir. Arş’ın Kürsü’ye üstünlüğü ise geniş çölün bu halkaya

üstünlüğü gibidir.”

Ahmed 5/178-179, Bezzar 160, İbni Hibban el-İhsan 361

Abdullah ibni Abbas (  Radiyallahu Anhuma), Kürsü’nün, iki ayağın konduğu yer olduğunu söylemiştir.

Hakim 3116, Mucemu’l-Kebir 12404

(  6) Allah’ın iki eli vardır ve her iki eli de sağdır. O’nun her iki eli de açıktır, dilediği gibi infak eder.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Allah ‘Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?’…dedi.”

Sa’d 75

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…Bilakis O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi infak eder…”

Maide 64

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Rahman’ın iki eli de sağdır…”

Müslim 1827/18, Tirmizi 3589, Nesei 5344, İbni Huzeyme Tevhid 1/159-197, Beyhaki Esma ve Sıfat 2/55-56, Ahmed 2/160-6492, İbni Hibban İhsan 222-223, Hakim 1/64, Albani Sahiha

46-50, 3136

(  7) Onlar Yüce Allah’ın gecenin son üçte birinde yücelik ve büyüklüğüne yaraşır şekilde dünya göğüne indiğine inanırlar.

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Rabbimiz gecenin son üçte biri kaldığı zaman dünya semasına iner ve şöyle der :

−Yok mu bana dua eden? Duasını kabul edeyim. Yok mu benden bir şey isteyen? İstediğini ona vereyim. Yok mu benden bağışlanma dileyen? Onu bağışlayayım.”

Bu hadis yaklaşık 28 sahabenin rivayet ettiği mütevatir bir hadistir.

Buhari 1096, Müslim 758/168

(  8 ) Onlar Allah’ın kendisine yaraşır şekilde nefsi, yüzü, iki gözü, baldırı ve ayağı olduğuna, bunların da yaratılmışlara benzemediğine inanırlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“(  Musa’ya hitaben) Seni, nefsim için seçtim.”

Ta-Ha 41

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Ancak celal ve ikram sahibi Rabbinin yüzü baki kalacaktır.”

Rahman 27, Bakara 115

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir seferinde :

“Allah’ım! Senden, yüzüne bakma lezzetini ve Seninle buluşma şevkini bana lütfetmeni istiyorum!” diye dua etmiştir.

Ahmed 5/191, Mucemu’l-Kebir 4803, Hakim 1900

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“İnkar edilmiş olana (  Nuh’a) bir mükafat olmak üzere gemi gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.”

Kamer 14, Ta-Ha 39, Tur 48

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah’ın gözü hakkında :

“Hiç şüphesiz Rabbinin bir gözü kör (  şaşı) değildir!” buyurmuştur.

Buhari 6978, Müslim 2933/101

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“O gün baldır açılır ve secdeye çağrılırlar, ancak buna güç yetiremezler.”

Kalem 42

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kıyamet günü hakkında şöyle buyurdu :

“…Rabbimiz baldırını açar, derhal O’nun azametinden dolayı her mü’min erkek ve kadın secde eder. Yalnız dünyada insanlara göstermek ve işittirmek için secde edenler secdesiz

kalır. Secde etmeye gider ama sırtı tek bir tabakaya döner.”

Müslim 182, 183, Buhari 4903, 7310, 7311

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“…Fakat cehennem dolmak bilmez. Allah ona ayağını koyar da o :

−Yetişir, yetişir, yetişir, der. İşte o zaman cehennem dolar, bir kısmı diğer kısmına büzülür…”

Buhari 4785, Müslim 2846/36

(  9) Onlar Allah-u Teâlâ’nın kıyamet gününde kulların arasında hüküm vermek için yüceliğine yakışır bir şekilde mahşer sahasına geleceğine inanırlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Hayır, yeryüzü dağılıp parça parça edildiğinde, Rabbin gelip, melekler de saf saf dizildiğinde…”

Fecr 21-22

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“…(  Putperestler, Yahudiler ve Hristiyanlar ateşe sevk olunduktan sonra) Meydanda sadık olsun, facir olsun muvahhid mü’minler kalır. Alemlerin Rabbi onlara, gördükleri suretin

dışında başka bir surette gelir ve :

−Neyi bekliyorsunuz? Her ümmet kulluk yaptığının peşine düştü, diye seslenir…”

Müslim 182, 183, Buhari 7310, 7311

(  10) Onlar, mü’minlerin cennette Rablerini göreceklerine, kendisi ile konuşacaklarına iman ederler.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacak, Rablerine bakacaklardır.”

Kıyamet 22-23

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Şüphesiz ki sizler Rabbinizi, dolunayı gördüğünüz gibi görecek ve O’nu görmekte hiçbir zorluk çekmeyeceksiniz.”

Buhari 633, Müslim 633/211

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“İyilik edenlere iyilik (  cennet) ve ziyade (  fazlalık) vardır…” Yunus Suresi 26. ayetini okudu ve :

“Cennet ehli cennete ve cehennem ehli de cehenneme girince bir davetçi :

−Ey cennet ehli! Muhakkak sizin için Allah katında bir vaat vardır. Allah o vaadi size tam olarak yerine getirmek ister, der.

Allah Tebareke ve Teâlâ :

−Ziyadeleştirmemi artırmamı istediğiniz bir şey var mı? diye sorar.

Onlar da :

−Yüzlerimizi ağartmadın mı? Bizleri ateşten kurtarıp cennete girdirmedin mi? derler. Müteakiben Allah (  zatı ile kulları arasındaki) hicabı açar da onlar O’na bakar dururlar.

Allah’a yemin olsun ki Allah onlara zatına bakmaktan daha sevimli ve daha fazla göz aydınlığı olacak hiç bir şey vermemiştir.”

Müslim 181/297, 298, Tirmizi 2676, İbni Mace 187, Ahmed 4/332, 19143

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

“Cebrail Aleyhisselam, Cuma günü hakkında bahsederken şunları da söyledi :

‘…Rabbin Azze ve Celle cennette beyaz miskten daha güzel kokan bir vadi yarattı. Cuma günü olunca İlliyyin’den Kürsüsü’ne iner. Sonra Kürsü’yü nurdan minberlerle çevirir,

nebiler gelir ve onların üzerine otururlar. Sonra minberleri altın koltuklarla çevirir ve sıddıklar ile şehitler gelerek onların üzerine otururlar. Daha sonra da cennet ehli

gelir ve kum yığınlarının üzerine otururlar. Müteakiben Rableri Tebareke ve Teâlâ tecelli eder ve onlar da O’nun yüzüne bakarlar…’ buyurdu.”

Terğib ve Terhib 7/398, İbni Ebi’d-Dünya, Taberani Evsad, Bezzar, Ebu Ya’la

(  11) Onlar Allah’ın işitme, görme, ilim, kudret, izzet, kelam, hayat, beraberlik, sevgi, rahmet, öfke, rıza gibi gerek Kitabı’nda vasfettiği, gerekse Nebisi vasıtasıyla

belirttiği sıfatları kabul ederler ve ‘bunların nasıllığını ancak Allah bilir, biz bilemeyiz’ derler.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Muhakkak ki Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.”

Ta-Ha 6

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“O bilendir, hikmet sahibidir.”

Tahrim 2

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…Allah Musa ile gerçekten konuştu.”

Nisa 164

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Allah onlardan razı olmuştur…”

Maide 119

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…Muhakkak ki Allah iyilik edenleri sever.”

Bakara 195

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine öfkelendiği bir kavmi dost edinmeyin!”

Mümtehine 13


Kendinizi tanımak ve Allahı tanımak ayet ve hadislerle Mumsema Yüce Mevlamız kutsal kitabında :

Bir zamanlar Rabbin, meleklere :  Ben yeryüzünde bir halife kılacağım demişti.(  Bakara Sûresi  :  ayet 3)

Biz Allahın kuluyuz ve yine Ona döneceğiz.(  Bakara Sûresi  :  ayet 156)

Olur ki bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi de sevdiğiniz halde o hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.(  Bakara Sûresi  :  ayet 216)

Onları simalarından tanırsın. (  Bakara Sûresi  :  ayet 273)

Hakkı anladıklarından gözlerinin yaşla dolup boşandığını görürsün” (  Maide Sûresi  :  ayet 83)

O, onları bildi, onlar Onu tanımayıp inkâr ettiler. (  Yusuf Sûresi  :  ayet 58 )

Biz emaneti, göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular; insan onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir (  

Ahzab Sûresi  :  ayet 72)

Sizi yeryüzünde halifeler yapan Odur. (  Fatır Sûresi  :  ayet 39)

Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler (  tanısınlar) diye yarattım. (  Zariyat Sûresi  :  ayet 56)

Yeryüzünde bulunan her şey fanidir, ancak yüce ve cömert olan Allahın varlığı bakidir. (  Rahman Sûresi  :  ayet 26-27)

Nimetlenmelerinin zevkini yüzlerinden tanırsın (  Mutaffifin Sûresi  :  ayet 24)


Güzel Rabbimiz kudsi hadisinde de şöyle buyurmuştur :

Ey ademoğlu, kim kendini bilirse muhakkak Beni de bilir. Beni bilen de ancak Beni ister. Beni isteyen de mutlaka Beni bulur. Beni bulan da her dilediğine ulaşır.

Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi, tanınmayı istedim de kâinatı, mahlûkatı yarattım. Beni bilsinler tanısınlar diye.

Resulüllah (  S.A.V.) efendimiz hadis-i şeriflerinde :

Ben size Allahı öğretirim, Onu tanıyıp bilmekse, o kalbin işidir.

Eğer Allahı hakkıyla tanıyıp bilseydiniz, o zaman duanızla, hep dağlar yok olurdu.
Rabbini en çok tanıyıp bileniniz, kendini en çok bileninizdir.

---------------------

Kaynak :
Cesitli internet Sayfalari

Print this item

  ALLAH’ı sevmek ve ALLAH’a ibadet etmek
Posted by: RasitTunca - 05-26-2018, 07:44 PM - Forum: Allahu Teala Hakkında Bilgiler - No Replies


ALLAH’ı sevmek ve ALLAH’a ibadet etmek

“Birbirini seven iki kişiden ALLAH’ a en sevgili olanı, arkadaşını daha çok
sevendir.”
ergib ve erhib
“ALLAH, Kendisine iaa ederek yaklaşan kulunu başkasına kul emez.”
Mu’cemü’s – Sagir
Hz. Muhammed’e (O’na Binler Selam) soruldu:
“Ey ALLAH’’ın Elçisi! İslam’da ALLAH’a en yakın sevgili şey nedir.?”
“Vakinde kılınan namazdır. Kim namazı erk ederse onun dini yokur, namaz
dinin direğidir.”
“ALLAH’ın Elçisi’nin (O’na Binler Selam) yanında biri vardı. Derken oradan
başka biri de geçi. ALLAH’ın Elçisi’nin (O’na Binler Selam) yanındaki: “Ey
ALLAH’ın Rasulü (O’na Binler Selam)” dedi, “ben şu geçeni seviyorum.”
Hz.Peygamber (O’na Binler Selam): “Pekiyi, kendisine haber verdin mi?”
diye sordu. Adam, “Hayır!” deyince, “Ona haber ver.” dedi. Adam kalkıp,
gidene yeişi ve: “Seni ALLAH için seviyorum!” dedi. O adam da: “Kendisi
adına beni sevdiğin ALLAH da seni sevsin.” diye karşılık verdi.”
Ebu Davud (O’na Binler Selam)
“Kulun Rabbine en yakın olduğu hal, secde halidir. Onun için secdede duayı
çoğalın!”
Müslim (O’na Binler Selam)
“Üzerinde “ALLAH” yazan hiçbir kâğı yokur ki, yere aılsın da ALLAH mel
-
eklerini gönderip onu, onların kanaları alına almasın. Bu durum ALLAH’ın
veli (ALLAH Dosu) kullarından birini göndermesine kadar devam eder. O
kul kâğıdı alır, kaldırır. Melekler onu kuşaırlar.
Kim ALLAH’ın isimlerinden birinin yazılı olduğu bir kâğıdı yerden kaldırırsa,
ALLAH da onun ismini cennelere yükselir. Ve anne - babası kâfir de olsa
onlardan azap hafifleilir.”
Mu’cemü’s – Sagir


-56-
DÜŞÜP ÖLÜR
ALLAH aşkıyla yanıp, kavrulmuş bir derliye bir gün, “Bize ALLAH sevgisini
anla!” derler. O, ”Siz anlamazsınız!” der. Yanaşmak isemez. Israr ederler...
Mecbur kaldığını hisseder:
“- Siz anlamazsının ama bu kuş anlar!” deyip, pencerenin pervazındaki
küçücük serçeciği göserir. Ve sonra dilinin büün yekinliğini, gönlünün
büün aeşini dışarı vurur. Anlaır... Anlaır... Anlaır...
Serçecik olduğu yerde durur... hiç kıpırdamadan dinler, dinler, dinler.
En sonunda cansız bedeni pervazdan düşene kadar...
Âşık, insanlara döner:
“- İşe” der, “ALLAH aşkı böyledir.”
İSMİN NEDİR?
Bayezid-i Bisami (ALLAH O’ndan Razı Olsun) , am yirmi yıl kesinisiz hiz
-
meinde bulunmuş olan müridini her çağırışında ilk önce ismini sormak
-
adır. Bir gün mürid dayanamayıp palar:
“- Efendi hazreleri” der, “yirmi yıldır gece-gündüz hizmeinizdeyim ve siz
hala benim bir ismimi bile öğrenemediniz! Benimle alay mı ediyorsunuz?”
Bayezid mahcubiyele başını öne doğru eğerken fısıldayarak konuşur:
“- Asla evladım! Seninle alay emiyorum. Ama O’nun ismi aklıma gelince
büün başka isimler aklımdan siliniyor. O yüzden senin ismini bir ürlü ez
-
berleyemiyorum.”
ALLAH’IM! BEN SANA KARŞI ÇOK GÜNAHLAR
İŞLEDİĞİM...
Anlaan, Ebu Vakkas oğlu Sa’d’dır (ALLAH O’ndan Razı Olsun)...
“Çarpışmanın çok şiddelendiği bir andı. Yanı başımda Cahş oğlu Abdullah’ı
gördüm. Elimden uu beni bir kayanın ardına çeki. Heyecanlıydı:
- “Sa’d”, dedi “şimdi sen dua e benim amin diyeceğim, sonra da ben dua
edeyim, sen amin de!”
“Peki, olur!” dedim. Sonra ellerimi açım.
- “Rabbim!” dedim, “Şimdi benim karşıma azılı bir düşman çıkar, onunla
kıyasıya çarpışayım, önce bugünün hakkını vereyim, sonra da onu epeley
-
eyim ve bu meydandan, Sevgili’nin önünde gazilik rübesini akınmış olarak
ayrılayım.”
Cahş oğlu, gözleri kapalı, elleri açık, vecd içinde, derinden:
- “Amin!” dedi.
Sonra gözlerini açı, uzaklara diki. Belli ki Uhud’un çok öesine bakıyordu.
- “ALLAH’ım!” dedi, inlercesine... “Benim de önüme dağ gibi bir puperes


-57-
çıkar, ben de onunla önce kıyasıya dövüşeyim, ben de önce bu günün,
bu yerin, bu sınavın hakkını vereyim. Sonra o kafir beni şehid esin. Son
-
ra bana “müsle” yapsın... Gözlerimi oysun, kulaklarımı, burnumu, dudak
-
larımı kessin başım kanlar içinde opraklara bulansın, sonra o halimle Senin
huzuruna geleyim, Sen bana sor:
- “Abdullah! Gözlerini, burnunu, kulaklarını, dudaklarını ne yapın?” de.
Ben diyeyim:
- “ALLAH’ım! Ben kendileri ile Sana karşı çok isyan eiğim, çok günahlar
işlediğim o şeyleri Senin Sevgili’nin (O’na Binler Selam) huzurunda ve O’nu
koruma uğrunda Uhud çölüne döküm ve Sana da böylece geldim.”
İçimden bu duaya “Amin” demek gelmemişi ama söz vermişik, ben de:
- “Amin!” dedim.
Sonra kılıçlarımızı çekik. O kavgaya bir daha karışık. Akşam iş biiğinde
ben isediğimden de azılı bir kâfiri epelemiş bir gaziydim. Alacakaranlıka
Uhud sahrasında Abdullah’ı aradım. Bir yerde buldum. Ama am isediği
gibi kulakları, gözleri, burnu ve dudakları eksiki... am gediği gibi kanlar
içinde mübarek bir baş Uhud oprağına bulanmış yaıyordu... Göremedim
ama zaneim; dudakları, gözleri olsa gülüyor olurdu...
Duyamadım  ama hisseim... Rabbi ona sormuş, o da cevap veriyordu.
- Allah’ım! Ben Sana karşı çok isyan eiğim, çok günahlar işlediğim...”
ALLAH Dosları’ndan...
Sevmeye ve Sevilmeye Dair...
“ALLAH ile yalnız kalmak; ALLAH’ın dışındaki her şeyle ilgiyi keserek kend
-
ini yalnız O’na adamak demekir.”
Zünnûn-u Mısrî (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Şöhrei seven bir kul, ALLAH’a sadakale eslim olamaz.”
İbrahim b. Edhem (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Kalbini ALLAH’a bırakan, sükûnee erişir. Ama kalbini insanlara bırakan
hep sıkınılı, hep kaygılıdır.”
Yahya b. Muaz (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Gerçeke yüce ALLAH’ı zikremek, O’nun zikri sırasında büün varlığı unu
-
makır. İşe o zaman kul için, yüce ALLAH her şeye bedel olur.”
Cafer b. Sadık (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Rabbime sevgim ne zaman amam olur?”
“Gözünde dünya çirkinleşiği ve ondan umudunu amamen kesiğinde.”
Zünnûn-u Mısrî (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“İnsan olmanın ayır edici özelliği, ALLAH’ın seven olmasından çok,
ALLAH’ın sevgilisi olması değil midir? Bu az bir şey midir? ALLAH’ın


-58-
“O onları sever”de (5/Maide:54) ifadesini bulan insan sevgisi nimelerini
öylesine saçmışır ki, gelip geçen herkes bu nimeen yer - içer yine de
ükenmez.”
Ahmed Gazzâlî (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“ek başına kaldığı zaman yabancılık ve gurbe hissini yaşayan, henüz Rab
-
biyle am bir ünsiye peyda edememişir.”
Hz. Aişe (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Sen kendi yokluğunu O’na sunarsan, O da Kendi varlığını sana ihsan eder.”
Ebû Hasan Harakânî (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
HİMAYE Eİ
Hak Dosu Malik b. Dinar (ALLAH O’ndan Razı Olsun), bir mecusi ile arışır.
Her ikisi de kendi dinlerinin hak olduğunu iddia emekedirler. arışma
kızışır, çekişmeye dönüşür. En sonunda ellerini aeşe sokarak davalarını
denemeye karar verirler. Aeşin haklı olanın ellerini yakmaması için de dua
ederler. Faka sonuç herkes için şaşkınlık verici olur. Aeş her ikisinin de
elini yakmamışır.
Malik b. Dinar çok üzgündür. Evine gider, namazını kılar, ellerini Dergâh’ların
Ulusu’na kaldırır:
Yemiş yıllık bir mü’mnim faka sonuça bir mecusiyle eşi durumda kaldım!”
der.
Ulu Dergâh’ın cevabı o gece rüyada gelir;
Senin elin aeşe o Mecusinin elini himaye ediyordu. Eğer o, aeşe elini ek
başına sokmuş olsaydın ne olacağını görürdün!”
ORAK İSEMEM
Hasan-ı Basri (ALLAH O’ndan Razı Olsun), yan komşularının yüksek sesle
yapıkları konuşmaları dinlemekedir.
Derli bir kadın sesi acı acı yakınır, kocasına;
Elli yıl var ki seninle evliyim. Olur olmaz her işe kalandım, azla yeindim,
soğuk sıcak demeyip sabreim. Ama bir şey hariç; üsüme bir kuma, bir or
-
ak geirmene dayanamam. Kalandığım her şeye şunun için dayanmışım;
iserdim ki hep seni göreyim ve sen de benden başkasını görme.”
Elinde olmaksızın dinlediği bu konuşma,
Hasan-ı Basri’ye bir Kur’an ayeini haırlaır:
“ALLAH, orak koşmak müsesna, dilediği kimselerin dilediği günahlarını
affeder!” (4/Nisa:48 ) Yani, ALLAH Kur’an’ında adea demekedir ki: “Ku
-
lum! Senin büün günahlarını bağışlarım ama haırının bir köşesinden bile
diğer birine meylederek bana orak koşarsan seni asla affemem.”


-59-
PENÇE AŞK SIRIMIYLA BAĞLANINCA...
İnsanlık arihinin en büyük ALLAH Dosları’ndan Cüneyd-i Bağdadi (ALLAH
O’ndan Razı Olsun) son nefeslerini alıp vermekedir. Bakara Suresi’nden
yemiş aye okur. Sonra fenalaşır.
“ALLAH, de!” elkininde bulunanlara...
“O’nu hiç unumadım ki!” diyerek cevap verir...
Sonra parmaklarıyla esbih geirmeye başlar ve her esbih için bir parmağını
kapar. Beşinci esbih için şehade parmağını da kaparken şimşek çakışını
andıran bir ululuk ile “Bismillahirrahmanirrahim” der. Gözünü kapar, ru
-
hunu ölüm meleğinin ellerine bırakır.
Cenaze yıkayıcı, bedenini yıkarken, su gözlerine de girsin iser. Zorlayarak
kapalı duran göz kapaklarını açmaya çalışır. Gizliden bir ses duyar:
Elini dosumuzun gözlerinden çek! Adımızla kapanan bir göz bizimle buluş
-
madan açılmaz!”
Cenaze yıkayıcı daha sonra sıkılı duran parmaklarını açmaya çalışır. Aynı
sesi bir daha duyar: “Elini dosumuzun parmaklarından çek! Adımızla kap
-
anan bir parmak, Bizim fermanımız olmadan açılmaz.”
Ve sonra,
abu aşınırken bir güvercin gelip abuun bir köşesine konar...
Güvercinin gimediğini gören insanlar zorla kovmaya çalışırlar... Güvercin
yine kıpırdamaz. En sonunda dile gelip konuşuncaya dek:
“Onu da, beni de üzmeyin. Bırakın. Çünkü pençem onun abuuna aşk sır
-
rıyla bağlıdır, çözülmez.”
Hz.Muhammed’den (O’na Binler Selam)...
Sevmeye ve Sevilmeye Dair...
“ALLAH’ı göze ki, O’nu önünde bulasın. Geniş zamanında ALLAH’a kendini
sevdir ki, O da seni sıkını zamanında sevsin.”
“Merhame edenlere Rahman da merhame eder. Yeryüzündekilere mer
-
hame edin ki gökekiler de size merhame esin.”
irmizi (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Gafil  kimseler  içindeyken  ALLAH’ı  zikreden  kimseye  (başa  namaz  ve
Kur’an), ALLAH hayaa iken cenneeki yerini göserir. Ve gafil kimseler
içinde ALLAH’ı zikreden kimse, yeryüzündeki büün insanlar ve hayvanlar
sayısınca bağışlanır.”
ergib ve erhib
“Ya Rabbi! Bana Kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve beni Senin sevgine
yaklaşıracakların sevgisini ihsan eyle ve Kendi sevgini bana harareen,
susuzlukan yananların soğuk suya duydukları iseken daha sevgili kıl.”


-60-
“Yüce ALLAH, Arefe akşamı Arafa’a vakfe yapanlarla meleklere karşı if
-
ihar eder ve “Şu saçları dağınık, oz oprak içerisinde bulunan kullarıma
bakınız” buyurur.” Mu’cemü’s – Sagir
Hikme Aynasından...
Sevmeye ve Sevilmeye Dair...
ÖNCE SEVGİ, SONRA KORKU
“İslam dininde ALLAH’ı hem sevmek hem de O’ndan korkmak esasır. Cen
-
ab-ı Hakk, cemâlî (güzelliğini göseren) sıfalarıyla sevilir, celâlî (yüceliğini
göseren) sıfalarıyla da korkulur. Hayaı ve hayaın gereklerini vermekle
bizde kendini göseren rahmeleri, lüufları sebebiyle ALLAH’ı sever, kulluk
görevlerimizdeki eksiklerimiz, isyanlarımız sebebiyle de O’ndan korkarız.
ALLAH’an korkmamız Kur’an’ın emrine uymak içindir. Çünkü Kur’an, AL
-
LAH’an korkmayı emremeke, zalimler, asiler için ALLAH’ın azabını, ce
-
hennemi haber vermekedir.”
PADİŞAH MI, KARPUZ MU?
“Padişahın huzuruna çağırılan bir kimsenin onun rızası yerine, bahçesinde
gördüğü bir karpuza göz dikmesinin ne kadar yersiz ve ne derece apalca
olacağı açıkır.İşe, ALLAH’ın rızası yanında, büün dünya zevklerinin bir
karpuz kadar bile değeri yokur.”
SENİ EN ÇOK SEVEN...
“Seni sevenler
Seni sen var oldukan sonra sevdi.
Seni sevenler için önce var olman gerekliydi.
Yoksa nasıl severlerdi seni?
Yok olanı kim sever ki?
Haırlamaya çalış;
Bir zamanlar yokun.
Sen yokun,
Seni sevenler yoku.
Sen kendi yokluğunun farkında değildin.
Rabbin seni yokluka buldu.
Seni yokan var ei.
Seni hiç yokken sevdi.
Seni sevdiği için var ei.
Başkaları seni var olduğun için.
Rabbin seni şarsız sevdi.
Seni sevmesi için var olman gerekmezdi.”


-61-
HER BİRİNİN AĞZINDA İNCİ
Zünnûn-u Mısri (ALLAH O’ndan Razı Olsun), “Mısırlı Balıkçı” demekir ya da
“balık sahibi”
Hak Dosları’nın çoğu gibi o da başa garip ve fakir bir insan gibidir.
Bir gemide yolcudur Zünnûn... Garip bir yolcu... Gemideki yolcu beylerden
biri çok değerli incisinin çalındığını fark eder... Derhal kapanı haberdar eder...
Kapan ve gemi müreebaı olaya el koyarlar... Hırsız kesin olarak gemideki
diğer yolculardan biridir. Herkes ekrar ekrar ele alınır, değerlendirirler.
Şüpheler Zunnûn’da oplanır. Çünkü ondan daha fakir daha garip ve yalnız
başka biri yokur gemide. Görevliler erafını sararlar... “Çıkar inciyi” derler...
Garip Zünnûn şaşırır, “Ne incisi” der... Sonra dayak faslı başlar... 7-8 kişinin
orasına alınır ve kıyasıya dövülür, Zunnûn ki henüz Zünnûn olmamışır.
Çok döverler Zünnûn’u, hiç insaf emezler. Çok ağlar yalvarır, yalvarır Zün
-
nûn, kendisini bırakmalarını hiçbir suç işlemediğini söyler, müreeba
dinlemez bile...
Daha fazla dayanamayacağını hisseden ve zalimlere yalvarmakan da ümidi
kesen Zünnûn, bu kez de kalbiyle Rabbinin karşısında esas duruşa geçer...
O’na yalvarır, O’na sığınır.
Ve  sonra  o  garibi  Zünnûn  yapan,  rabbinin  kaındaki  kıymeini  herkese
göseren, üyler ürperen cinsinden bir olay yaşanır.  
Gördükleri karşısında büün gemi halkı donup kalmışır.
Denizin üsü a ufka kadar binlerce, milyonlarca balığın kafasıyla dolmuş
-
ur. Ve her birinin ağzında bir inci parlamakadır.
RUMMAN ARZUSUYLA...
ekkede, Hakk’a yol arayan bir derviş, elinde espih ALLAH’ı zikremek
-
edir... “Ya Rahman, Ya ALLAH... Ya Rahman, Ya ALLAH... Ya Rahman, Ya
ALLAH”Böylece gönül fezasında derinleşirken, opal şeyan kör nefis araya
girer... Dervişin canı “nar” çekmeye başlar... “Nar” ki Arapçada “Rumman”
demekir... Ne ese bir ürlü ”Nar’ı, Rumman’ı” aklından çıkaramaz... Dilinde
Rahman, kalbinde Rumman, rahasız olur derviş:
“Bari” der, “çarşıya gidip bir nar yiyeyim. Şu kör nefsi bir susurayım da
sonra gelip Rabbimi, Rahman’ımı hem dilimle, hem kalbimle anayım!”
Bu iyi niyele ekkeden çıkar, çarşıya yönelir...
Yönelir ki, iki adım amadan arkadan gelen biri:“Ohhh! Elhamdülillah!“ se
-
siyle olduğu yerde kalır. Çünkü hayaında hiç bu kadar derinden, hiç bu ka
-
dar samimi bir “hamd” işimemişir.Gördüğü ise şok eder dervişi. O ”derin”
hamdin sahibi, yerde acılar içinde kıvranan, her arafı cüzam paramparça
olmuş, görünüsüyle perişan, adea bir insan enkazıdır. Derviş yanına varıp,
hayrele sorar.


-62-
“Kardeşim” der, “her birimiz hangi halde olursak olalım ALLAH için hamde
-
meliyiz, doğru... Ama, ALLAH için bana söyler misin? Şu perişan halinle seni
bu kadar gönülden ALLAH’a hamd eiren sebep nedir ki?”
oprağa bulanık, cüzamlı, faka Hak Dosu, cevap verir;
“Eve, yaralıyım, hasayım, perişanım ama bir kere daha ALLAH’a ham
-
dolsun ki hayaımda hiçbir zaman “Rumman arzusuyla rahmanı erk emiş
değilim.”
“ALLAH’ı Seven” odur ki, hiçbir durumda ALLAH’ı ve ALLAH’ın Rızasını ara
-
mayı başka bir şeyle değişirmez...
ALLAH Dosları’ndan...
Sevmeye ve Sevilmeye Dair...
Neye yaklaşsam, sonu uzaklık ve kırgınlık;
Anla ki, yok, ALLAHan başkasıyla yakınlık...
“Bazıları,  “ben,  ALLAH’ı  severim,O’ndan
korkmam” der.Bilmez ki korku, sevginin a
merkezine yerleşirilmişir. Sevgi,korkunç
-
ur.Dağın epesini seven, uçurumdan nasıl
korkmaz.”Necip Fazıl Kısakürek
(ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“ Seni bizim meclisimizden ayıran nedir?”
“ Ben kalbimin huzurunu O yüce Yaradan’ın
huzurunda buldum.”
Gazvan  er-Rakkaşî  (ALLAH  O’ndan  Razı
Olsun)
“Kendi kendinize sebepsiz yere hüzünlendiğiniz anlarda biliniz ki, ALLAH’a
yaklaşmışsınızdır.”
Fehi Gemuhluoğlu (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“ALLAH sevdiği kulu, kullarına da sevdirir.”
Hz. Ömer (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Kulun olarak doğmasaydım, kendiliğimden gelir, fahri kulun olurdum AL
-
LAH’ım!..”
Arif Niha Asya (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Her kim yüce ALLAH’dan başkasıyla huzur bulursa ALLAH onu rek eder.
Her kim ALLAH ile huzur bulursa başkalarının huzur bulma yolu ondan
geçer.”  Ebu Cafer Muhammed Nesevi


-63-
“Beni, Sana o kadar yaklaşırdın ki: Seni ben sandım.”
Hallac - ı Mansur (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“ALLAH’ım Sen bilirsin, ben Sana karşı kusur işledimse de, iaa edenleri
candan severim. Benim bu sevgimi, Sana kulluk ve yakınlık olarak kabul
eyle.”
İbn Semmak (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Kişi dosunu niçin sevmelidir?”
“Onun Rab eâlâ’ya güzel hizmeini gördüğü için.”
Ebu Safvan b. Avane (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“De ki: “Eğer ALLAH’ı seviyorsanız, bana âbi olun ki, ALLAH da sizi sevsin
ve günahlarınızı bağışlasın.”
(3/Al-i İmran:31)
MAZEREİM VAR
Sulan Gazneli Mahmu (ALLAH O’ndan Razı Olsun), dönemin namlı Hak
Dosları’ndan Ebu’l-Hasan Harakani’ye (ALLAH O’ndan Razı Olsun) haber
gönderir, huzuruna çağırır. Hak Dosu, dünya büyüğünden gelen bu davee/
emre oralı olmaz.
Sulan Mahmu biraz kızar... Bir vezirini gönderir ve Harakani’ye “ALLAH’a
iaa edin ve Rasûl’e ve sizden emir sahibi olanlara iaa edin.” (4/Nisa:59)
ayeini okumasını söyler.
Aye Harakani’ye okunur... O, hafif ebessüm eder...
“Sulan’a söyleyin!” der, “Ayein ‘ALLAH’a iaa edin’ kısmına öyle dalmışım
ki, Rasûl’e iaae bile eksiklerim var... Baksın bakalım bu durumda emir
sahiplerine ne kalır?”
BAŞIM GÖZÜM ÜZERE
İslam düşünce arihinde bir çığır açan büyük alim İmam Gazali’nin (ALLAH
O’ndan Razı Olsun) son günüdür.
Sabah  namazını  kılar...  alebelerinden  bir  kefen  iser...  Geirilen  kefeni,
yüzüne gözüne sürer... Sonra başına geçirir kıbleye yönelir... “Ey Rabbim!”,
der “Ey Malikim! Emrin başım gözüm üzeredir...” Ve odasına çekilir. Uzun bir
süre geçince, meraklanan alebeleri kapıyı ıklaırlar... Ses gelmez... Çeki
-
nerek içeri girerler...
Gördükleri manzara, gökler öesi alemden bir ışık aşımakadır.
İmam Gazali kendini kefenlemiş, sağ yanına yaarak kıbleye dönmüşür...
Arık bu dünyada değildir.
Kul, emrine uyarak, Rabb’ine, Malik’ine yürümüşür...


-64-
ALLAH Dosları’ndan...
Sevmeye ve Sevilmeye Dair...
“Elesü bi-Rabbikum” (büün ruhlara ilk yaraıldıklarında) seslenişini ba
-
zıları, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye, bazıları “Ben sizin dosunuz
değil miyim?” diye, bazıları da “Her şey Ben değil miyim?” diye işimişler
-
dir.”
Ebû Hasan Harakânî (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“ALLAH’a inanan, O’na sığınır.”
Hz. Ali (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“O’nun aşkı açığa çıkınca, O’ndan başka ne var ne yok hepsini sildi süpürdü;
Kendi dışındakilerden eser bırakmadı. Bu şekilde ancak Bir kaldı. Zaen o
da Bir idi. Bir, yine Bir kaldı.”
Bayezid-i Bisâmî (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“ALLAH’a yemin ederim ki: Niyeim; bu alemden O’na yazdığım kiap say
-
falarını göürmek değildir...
Asıl kasım ve niyeim odur ki: O’na kazandırdığım kalpleri göüreyim...
O’nun kaında olanlara karşı isek duymalarını sağladığım kalpleri göürey
-
im...”
Muhammed Neferî (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Hakkın haırı yücedir, hiçbir haıra feda edilmez.”
Bediüzzaman Said Nursi (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“ALLAH’ı  sevene,  kalbindeki  kan  yanıp,  son  bulmadıkça,  sevgi  kadehini
sunmazlar.”
Zünnûn-u Mısrî (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“İnsanın O’nu bilmek ve rızası için yaşamak bakımından ALLAH’a yakınlığı
ne kadarsa, insanların da o insana yakınlığı ve sevgileri o kadardır.”
Hessan b. Aıyye (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“Eğer ALLAH’ın anılmadığı bir an geçse, yeryüzündekilerin hepsi helâk olur
-
du.”
Avn b. Abdullah (ALLAH O’ndan Razı Olsun)
“ALLAH’a emrine eslim olmakla yaklaşılır. Düşünmekle, hayal kurmakla
değil.”
İmam Rabbani (ALLAH O’ndan Razı Olsun)

Print this item