![]() |
Zikir nasıl çekilir zikir çekerken neler söylenir - Baskı Önizleme +- Tunca-Forum (https://tunca-forum.com) +-- Forum: DİNİ İSLAMİ BİLGİLER (https://tunca-forum.com/forumdisplay.php?fid=8) +--- Forum: iSLAMi BiLGiLER (https://tunca-forum.com/forumdisplay.php?fid=187) +---- Forum: Islam Tasavvufu Hakkında Bilgiler (https://tunca-forum.com/forumdisplay.php?fid=205) +---- Konu Başlığı: Zikir nasıl çekilir zikir çekerken neler söylenir (/showthread.php?tid=32336) |
Zikir nasıl çekilir zikir çekerken neler söylenir - RasitTunca - 11-04-2024 Zikir nasıl çekilir zikir çekerken neler söylenir Zikir nedir? Sual: Zikir nedir ve nasıl yapılır? CEVAP Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki: Zikir, hatırlamak, anmak demektir. Hatırlamak da kalble olur. Söylemekle olmaz. Şimdi üç türlü zikir bilinmektedir: 1- Dille, söylemekle yapılan zikirdir. Söylerken, kalb birlikte hatırlamaz. Yalnız dille söylenen zikrin, kalbi temizlemekte faydası pek az olur. İbadet sevabı hâsıl olur. Aşağıdaki âyet-i kerime kalben zikretmeyenler içindir: (Kalbleri Allahü teâlâyı zikretmeyenlere azap vardır.) [Zümer 22] 2- Yalnız kalble yapılan zikirdir. Dil söylemez. Üç ayet meali şöyledir: (Rabbinizi, yalvararak ve gizli ve sessiz çağırınız!) [Araf 55] (Kalbler, ancak Allahı zikretmekle itminana [sükûna, rahata] kavuşur) [Rad 28] (Rabbini, içinden zikret!) [Araf 205] Daha başka birçok âyet-i kerimede ve sayısız hadis-i şeriflerde ve din büyüklerinin kitaplarında bu zikir bildirilmektedir. 3- Dille kalbin birlikte yaptığı zikirdir. Allah adamları, Evliya-i kiram, yükseklere eriştikten sonra, böyle zikri yapabilirler. Kalble yapılan zikir, en önce Fahr-i âlem efendimizin hicret gecesinde, Sevr dağındaki mağarada, Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık’a diz üstüne oturtup, gözlerini kapamasını emrederek sessiz yaptırdığı zikirdir. İki âyet-i kerime meali: (Hep sadıklarla birlikte bulunun!) [Tevbe 119] (Rablerini isteyenlerle beraber olmağa çalış!) [Enam 52] Bu iki ayeti kerime meali büyüklerle rabıtayı bildiriyor. Bu rabıtayı yapmak, (Allahü teâlânın sevdiklerini hatırlamak, rahmet etmesine sebep olur) hadis-i şerifine uymaktır. Bunlar gibi, başka âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler de vardır. Mazher-i Can-ı Canan hazretleri buyuruyor ki: Üç türlü zikir vardır: 1- Kalb karışmadan, yalnız dil ile söylemektir. Bunun faidesi yoktur. 2- Ağızla söylemeyip, yalnız kalble yapılan zikirdir. Buna, tasavvufta Zikr-i hafi denir. Bu da, yalnız Zat-ı ilahiyeyi zikirdir. Yahut sıfatlarını düşünerek yapılır. Nimetleri de düşünülürse Tefekkür denir. 3- Kalble ve dille birlikte zikirdir. Dille kendi işitecek kadar söylenirse, buna da Zikr-i hafi denir. Âyet-i kerimede emrolunan, bu zikr-i hafidir. Başkası da işitirse Zikr-i cehri denir. Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, zikr-i hafinin zikr-i cehriden efdal olduğunu gösteriyor. Resulullahın hazret-i Ali’ye öğrettiği zikr-i cehri, kendi işitecek kadar olan zikirdir ki, hakikatte zikr-i hafi demektir. Zikirden önce kapıyı kapattırması da, böyle olduğunu gösteriyor. (Makamat-i Mazheriyye 11.mektup) Zikretmek, Allahtan başka şeylerin sevgisini, onlara düşkün olmağı kalbden çıkarmak içindir. Kalbin mahlûklara bağlılığını yok etmek için en iyi ilaç zikirdir. Hadis-i şerifte, (Zikrederek, kalblerinin yükünü hafifletenlerin yolunda olun!) buyuruldu. Bunun için, “Allah’a, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, kalbin mahlûklara olan bağlantılarını kesmek, onu dünya zevklerine düşkün olmaktan kurtarmak lazımdır. Kalbi kurtarmak için de, zikirden daha faydalı bir ilaç yoktur” demişlerdir. (Tefsir-i azizi) Allahü teâlâyı hatırlamak, Onun ismini söylemekle veya çok sevdiği bir Velisini görmekle olur; çünkü hadis-i şerifte, (Onlar görüldüğü vakit, Allah hatırlanır) buyuruldu. İsmini işitirken, söylerken, başka şey düşünülebilir. Onu hatırlamak şüpheli olur. Onu devamlı hatırlamak için, her gün binlerce söylemek lazım olur. Evliyayı severek, inanarak görünce, muhakkak hatırlanacağı müjdelendi. Görmek gözle olduğu gibi, Velinin şeklini, suretini, kalbine, hayaline getirmekle de, görmüş gibi olup, Allahü teâlâyı hatırlamaya sebep olur. Böyle, kalble görmeye rabıta denir ki, kalbi, Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmekten, onları düşünmekten kurtaran vasıta ve temiz kalbe, ihlâsa kavuşturan yoldur. İmam-ı Rabbani hazretleri, 231. ve 266. mektuplarında, yüksek sesle zikrin bid’at olduğunu bildirmektedir. Hatm-i hâcegân nedir? Sual: İmam-ı Rabbânî hazretlerinin hatm-i hâcegânı nasıldır? CEVAP Hâce hoca, hâcegân ise hocalar demektir. Hatm, Kur'an-ı kerimi veya bir zikri baştan sonuna kadar okuyup bitirme demektir. Hatm için hatim veya hatme de deniyor. Hatm-i hâcegân, Nakşibendî yolunda okunan belli bir zikir demektir. Buna hatme-i hâcegân da diyorlar. Her gün beş yüz kere kelime-i temcid yani (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) okumak, başlarken ve bitirince yüz kere salevat-ı şerife getirmek İmam-ı Rabbânî hazretlerinin hatm-i hâcegânıdır. Ehl-i sünnet itikadında olup da bu büyük zatı seven, bu tesbihi kendine ders edinmeli, her gün düzenli okumalıdır. İmam-ı Muhammed Mâsum hazretleri buyuruyor ki: Dertlerden kurtulmak ve murada kavuşmak için 500 kere (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) demeli, okumaya başlarken ve okuduktan sonra yüzer kere salevat-ı şerife okuyup dua etmelidir. (2/33) (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) kelime-i temcidini bir seferinde 500 kere okumak şart değildir. Parça parça da okunabilir. Abdestli okumak da şart değildir. Ancak abdestli okunması elbette daha faziletli olur. Dilek ve isteklerimizin yerine gelmesi ve sıkıntılardan kurtulmak için kelime-i temcidi 500 kere okumalı. Bu, İmam-ı Rabbânî radıyallahü anh’ın hatm-i hâcegânıdır. (Kıymetsiz Yazılar) Dinimize, dünyamıza gelecek zararlardan kurtulmak için her gün 500 defa kelime-i temcid okumalıdır! (Tefsir-i Mazheri) İmam-ı Rabbânî hazretleri, cinden korunmak için ve korkulu zamanlarda, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh-il-aliyyil azîm) okunmasını emrederdi. (Berekat-Seadet-i Ebediyye) Bir hadis-i şerif: (“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh-il aliyyil azîm” okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdan kurtulmaktır.) [Hâkim, Ebu Nuaym] Kelime-i temcid okumak, bu kadar kıymetli olduğu gibi, salevat-ı şerife okumak da çok kıymetlidir. Bir hadis-i şerif: (Her gün yüz defa salevat-ı şerife getiren, münafıklıktan ve Cehennem ateşinden uzaklaşır ve Kıyamette şehitlerle beraber olur.) [Taberanî] Hatm-i hâcegân okununca, hem salevat-ı şerife getirilmiş, hem de kelime-i temcid okunmuş olur. Zikir çekmek çürümüşlükmüş Sual: (Yalnız Kur’an) diyen bir profesör, (Allah'ı anmak için, eline tesbih veya zikirmatik alıp Allah, La ilahe illallah demek çürümüşlüktür! Allah'ı hatırlatacak çok şey var. Bu, lüzumsuzdur) diyor. Zikir çekmeye, yani Allah'ı hatırlamaya çürümüşlük denir mi? CEVAP Çok çirkin bir yakıştırma bu! Allah'ı hatırlatacak çok şey var. Namaz, oruç, Kur’an okumak Allah'ı hatırlatır. Ama namaz kılan birine, (Allah'ı hatırlatan başka şey var, namaz kılma!) veya Kur’an okuyan birine, (Allah'ı hatırlatan çok şey var, Kur’an okuma) denir mi? Zikir çekene de, (Allah'ı hatırlatan çok şey var, zikir çekme!) denir mi? Yapabildiği kadar hepsinden yapsın. Zikir, Allah'ı anmak, hatırlamak demektir. O kişinin zikir çekmesinin, herhangi bir yolla Allahü teâlâyı hatırlamasının, kime ne zararı olur? Çürümüşlük diyerek zikre, Allah'ı anmaya karşı çıkmak, mümin kişinin imanına zarar verir. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Kalbi itminana kavuşturan tek yol vardır. Bu da, Allahü teâlâyı zikretmektir. Akılla, kalb itminana kavuşamaz, yani tatmin olmaz. Bir âyet-i kerime meali: (Kalbler, ancak Allah'ı zikretmekle itminana [sükûna, rahata] kavuşur.) [Rad 28] Görüldüğü gibi zikri Allahü teâlâ emrediyor. Bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Ey müminler Allah’ı çok zikrediniz!) [Ahzab 41] Mezhepsiz İbni Teymiyye (El-Ubudiyyet) kitabında, Allahü teâlânın ismini zikretmenin bid’at ve dalalet olduğunu bildirmektedir. Acaba bu profesör, İbni Teymiyyeci midir? Sapıklardan öğrendikleri yanlış şeyleri, dinin emri imiş gibi, Müslümanlara anlatmaya çalışıyor. Müslümanlar, etikete aldanmamalıdır. Zikir, Allahü teâlâyı hatırlamaktır Sual: Zamanımızda zikir yapıyoruz diyerek, tarikat ismi altında, halay çeker gibi hareket yapanlar, el çırpanlar hatta oynayanlar oluyor. Bunların din ile, İslâmiyetle bir alakası var mıdır? Cevap: Zikir etmek, Allahü teâlâyı hatırlamak demektir. Bu da, kalp ile olur. Zira zikir edince, kalp temizlenir. Yani kalpten dünya sevgisi çıkar ve o kalbe Allah sevgisi yerleşir. Birçok kimselerin, bir araya toplanarak oynaması, dönmesi, zikir değildir. Son yüz yılda, tarikat diyerek, birçok şey uyduruldu. Din büyüklerinin, Eshâb-ı kiramın yolu unutuldu. Cahiller, hatta fasıklar şeyh olarak zikir ve ibadet ismi altında, günah işledi. Hele son zamanlarda, haram girmeyen, rafizilik, mezhepsizlik karışmayan bir tekke, dergah kalmamıştı. Bugün ne İstanbul’da, ne Anadolu’da ve ne de Mısır, Irak, İran, Suriye ve Hicazda, yani hiçbir İslâm memleketinde, tasavvuf âlimi yok gibidir. Fakat sahte mürşitler, Müslümanları sömüren tarikatçılar çoktur. Din büyüklerinin, eskiden kalma, halis, doğru yazılmış kitaplarını okuyup, ibadetleri bunlara göre doğrultmalıdır. Tarikatçılık, şeyhlik, müritlik gibi isimlerin perdesi altında iş gören zındıklara, mal ve din hırsızlarına aldanmamalı, bunlardan kaçınmalıdır. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: “İmanı, itikadı düzelttikten ve İslâmiyete uygun ibadetleri yaptıktan sonra, vakitleri, kalbi temizlemek ile mamur etmek lazımdır. Allahü teâlâyı hatırlamadan, bir an geçirmemelidir. Vücut, eller, ayaklar dünya işleri ile uğraşırken, kalp hep Allahü teâlâ ile olmalı, Onu hatırlamakla lezzet duymalıdır. Kalbin temiz olmasından maksat, Ondan başkasının sevgisini kalpten çıkarmaktır. Kalbin hasta olması, işte bu çeşitli bağlılıklardır. Bu bağlılıklar kesilip atılmadıkça, hakiki iman nasip olmaz. İslâmiyetin emirlerini ve yasaklarını yerine getirmek kolay ve rahat olmaz.” Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikretmek Sual: İşe giderken, işten gelirken, iş arasında, çarşıda, pazarda, kelimeyi tevhid, salevat ve benzeri tesbihleri okumanın, söylemenin mahzuru olur mu? Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se’âdet kitabında buyuruluyor ki: “Çarşıda, işte Allahü teâlâyı zikir, tesbih etmeli, her an Onu hatırlamalıdır. Dili ve kalbi boş kalmamalıdır. İyi bilmelidir ki, o anda kaçırdığını, bütün dünyayı verse, bir daha eline geçiremez. Gafiller arasındaki hatırlamanın sevabı çok olur. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Gafiller arasında Allahü teâlâyı zikreden kimse, kurumuş ağaçlar arasında bulunan yeşil fidan gibidir ve ölüler arasındaki canlı gibidir ve harpte kaçanlar arasında, arslan gibi döğüşenler gibidir.) Bir kere de buyurdu ki: (Çarşıya giderken, lâ ilâhe illallah, vahde hü lâ şerîke leh, le hül mülkü ve le hül hamdü, yuhyî ve yümît, ve hüve hayyün lâ yemût, bi yedi-hil-hayr, ve hüve alâ külli şey’in kadîr diyen kimseye, iki milyon sevap yazılır.) Bu hadis-i şerifte olduğu gibi, sevap veya günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıklarını ve ahiretteki zamanları, dünyanın yaratılışını, mahlukların sayısını bildiren hadis-i şeriflerdeki çeşitli rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. Mesela bir kimseye, birkaç defa, zahmet çekerek gidip bulamayarak canı sıkılan biri, o kimseyi görünce, seni on defa aradım, bulamadım, demesi gibidir. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri buyurdu ki: “Pazarda çok kimse vardır ki, sofiler halkasında oturanlardan daha kıymetlidir.” Bir kere de buyurdu ki: “Öyle kimse tanıyorum ki, pazarda her gün üçyüz rekat namaz kılmakta ve otuz bin tesbih okumaktadır.” Bazısı demiştir ki, bu kimse, kendisidir... Hülasa, dine, ibadetine yardım niyeti ile dünyaya çalışanlara, hep böyle sevap vardır. Yalnız para kazanıp, dünya malı toplamak için çalışanlar, sevaptan mahrum kalır. Hatta bunlar, camide, namazda iken de, kalpleri dükkânın hesabındadır, fikirleri dağınıktır.” İnsan, sevdiğini çok zikreder Sual: Allahü teâlâyı ve Onun sevdiklerini sevmenin alameti, onların yolunda bulunmak ve onları çok hatırlamak mıdır? Cevap: Kalp hastalığının ilacı, İslâmiyetin emirlerine uymak, yasak ettiklerinden sakınmak ve Allahü teâlâyı çok zikretmek, yani ismini ve sıfatlarını hatırlamak, kalbe yerleştirmektir. Çünkü insan sevdiğini hiç unutmaz... Vaktiyle Muhammed Şüveymî hazretlerinin yanına biri gelerek, sıkıntıda olduğunu, bunun için kendisine yardımcı olmasını ister ve çok yalvarır. Bu kimse, bir kadınla evlenmek ister fakat o kadın bunu kabul etmez. Gelen kimsenin derdini dinleyen Muhammed Şüveymî hazretleri, ona sessiz bir oda göstererek; -Buraya gir, kapıyı kapat ve devamlı olarak o kadının ismini söyle! buyurur. Orada bulunanlar, ilk bakışta bir mana veremezler ise de, hocalarının sözlerinde bir hikmet bulunacağını düşünüp, neticeyi beklemeye başlarlar. O kimse ise, gece, gündüz evlenmek istediği kadının ismini söylemeye devam eder. Bir müddet geçtikten sonra, kaldığı odanın kapısı vurulur ve; -Ben filan kadınım, senin için geldim, kapıyı aç demektedir. Adam bu kadının önceki hâlini, bir de şimdiki hâlini düşünür ve birden kalbi değişir, kendi kendine; “Mademki sevdiğine, ismini çok anmakla kavuşuluyor. O hâlde ben niye başka şeylerle meşgul oluyorum. Rabbimin ismini zikretmekle meşgul olur, Ona ulaşmayı tercih ederim” diye düşünür. Kadını geri gönderir, kendisi Allahü teâlânın ismini zikretmekle meşgul olmaya başlar. Böylece kalp gözü açılır ve evliyalık yolunda ilerlemeye başlar. Bu hâli görenler, Muhammed Şüveymî hazretlerinin o kimseyi, o odaya koymasının hikmetini böylece anlamış olurlar... İnsanın saadete kavuşması için, âdetlerinde, ibadetlerinde, kısacası her işinde din ve dünya büyüklerinin reisine benzemesi lazımdır. Beden ve kalple erişilebilecek bütün yüksek dereceler, Resûlullah efendimizi sevmeye bağlıdır. Bunun için, ibadetlerin en kıymetlisi, Allahü teâlânın dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemektir. Dostun sevdiklerini sevmek, düşmanlarını sevmemek, insanda kendiliğinden hasıl olur. Seven kimse, eğer sevgisi samimi ise, sevdiğine her konuda itaat eder ve onu hiç unutmaz. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (İnsan, sevdiğini çok zikreder, hatırlar.) Zikir, kendini gafletten kurtarmaktır Sual: Zikir, sadece Allah isminin çokça söylemek midir, başka şekilde zikir olmaz mı? Cevap: Zikir, Allahü teâlâyı hatırlamak demektir. Bu da, kalp ile olur. Zikir edince, kalp temizlenir, kalpten dünya sevgisi çıkar ve Allah sevgisi yerleşir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: “Zikir demek, kendini gafletten kurtarmak demektir. Gaflet, Allahü teâlâyı unutmak demektir. Zikir, yalnız Kelime-i tevhidi söylemek ve tekrar tekrar Allah demek değildir. Her ne şekilde olursa olsun, kendini gafletten kurtarmak, zikir olur. İslâmiyetin emirlerini yapmak ve yasaklarından sakınmak, hep zikirdir. İslâmiyetin emirlerini gözeterek yapılan alışveriş, İslâmiyete uygun olarak yapılan nikah, boşanma zikir olur. Çünkü, bunları yaparken, emirlerin, yasakların sahibi hep hatırlanmakta, gaflet gitmektedir. Şu kadar var ki, Allahü teâlânın isimleri ve sıfatları ile yapılan zikir, çabuk tesir eder, sevgisini hasıl eder ve çabuk kavuşturur. Emirlere, yasaklara yapışmakla hasıl olan zikir, böyle değildir. Bununla beraber, böyle zikirlerden bazısının da, çabuk netice verdiği, pek az olarak görülmüştür. Bundan başka, isim ve sıfat ile yapılan zikir, İslâmiyete uymakla olan zikre sebep olur. Çünkü, dinin sahibini tam sevmedikçe, her işte İslâmiyeti gözetmek çok güç olur. Tam muhabbeti, sevgiyi elde etmek için de, isim ve sıfatla olan zikir lazımdır. O halde, İslâmiyete uyarak zikir ile şereflenmek için, önce isim ve sıfatla olan zikir lazımdır. Evet, cenâb-ı Hakkın lütfu ve ihsanı ayrıdır. Hiç sebep olmadan, dilediğini, dilediğine ihsan eder. Nitekim Şûrâ sûresinde, 13. âyet-i kerimede meâlen; (Allahü teâlâ, dilediğini seçerek kendine kavuşturur) buyruldu.” Sual: Zikir, sadece Allahü teâlânın ismini çokça söylemek midir? Cevap: Mektûbat kitabında buyuruluyor ki: “Resûlullah efendimize uygun olan her iş, hatta alış veriş bile zikir olur. O halde, her hareketin, her duruşun, Resûlullah efendimize uygun olması lazımdır. Böylece, hepsi zikir olur. Zikir demek, gafleti gidermek, Allahü teâlâyı hatırlamaktır. İnsan her hareketinde, her işinde, Allahü teâlânın emrini ve yasağını gözetince, emir ve yasakların sahibini unutmaktan kurtulur ve daim zikir etmiş olur.” İslam dininde zikir çekmenin önemi çok büyüktür. İmanın kalpte kalması ve Allah ile sürekli bağlantı içinde olmak isteyen her Müslüman için zikir çekmek çok mühim bir ibadet olarak bilinmektedir. Namazlardan sonra zikir çekilebildiği gibi önemli gün ve gecelerde de zikir çekmek çok sevap kabul edilmektedir. Zikir çekmek dilin ve kalbin her daim Allah ile beraber olması için yapılan bir ibadettir. Kişiyi günahlardan alıkoyan ve ibadetlerini huşu ile yapmasına vesile olan bir amel olarak bilinmektedir. Zikir Nasıl Çekilir? Zikir çekmek Müslümanlar için kalbin ve dilin sürekli ibadet ile meşgul olması isteğiyle yapılan bir ibadettir. Allahu Teala'nın sevdiği zikirleri ve esmaları dil ve kalp ile söyleyerek anmak şeklinde yapılan ibadete zikir çekmek denilmektedir. Zikretmek kelime manası olarak anmak ve sözlü olarak belirli şekilde tekrar etmek olarak kullanılmaktadır. Bir kelimenin zikir olabilmesi için içerisinde Allahu Teala'nın sevgisini kazanmak için ve dua etmek için kullanılan kelimelerden oluşması gerekmektedir. En önemli zikirlerden olan Kelime-i Tevhid zikri dil ile tekrar edilirken başka işlerle meşgul olmadan kalp ile de içten tekrar etmek zikretmenin yöntemlerindendir. Örneğin Kelime-i Tevhid sürekli dil ile söylenerek zikir çekmiş olunmaktadır. Zikir Ederken Ne Söylenir? Zikir etmek için kullanılan kelimeler Allahu Tealadan bağışlanma, af, sığınma ve Allah'ın birliğini teklifini ve büyüklük ile azametini ifade eden kelimeler olmalıdır. İslam dininde bu kelimelere Kelime-i Tevhid, Kelime-i Tehlil ve Kelime-i Şahadet olarak adlandırılmaktadır. Zikir çekmek aynı zamanda Hazreti Peygambere Salat ve Selam okumak şeklinde de yapılmaktadır. En önemli zikirler şunlardır; La İlahe İllallah (Kelime-i Tevhid) Elhamdülillah (Kelime-i Hamd) Eşhedü En La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah (Kelime-i Şahadet) Allahu Ekber (Tekbir) Elhamdülillah (Hamd) Estağfurullah (Tövbe) Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammedin ve ala Ali Seyyidina Muhammed (Salavat) Bu kelimelerin dışında Esmaül Hüsna içerisinde bulunan esmaları zikretmek de zikir kabul edilmektedir. Zikir konusunda birçok zikir ve dua bulunmaktadır. Namazlardan sonra yapılan zikirlerde bulunmaktadır. Farz namazlardan sonra 33 Subhanallah zikri 33 Elhamdülillah zikri ve 33 Allahu Ekber zikri söylenmektedir. Zikir çekerken zikri çeken kişinin gizli olarak zikir çekmesi daha makbul kabul edilmekte ve zikrin faziletini arttırmaya vesile sayılmaktadır. Zikir çekmek günahların affına da vesile olduğu için hadislerde ve alimlerin beyanlarında özellikle tövbe ederek zikretmek günahların temizlenmesine ve ibadetlerin bereketini arttırmaya vesile olmaktadır. Tesbih Zikri Çekerken Hangi Dua Okunur? Namazlardan sonra çekilen tesbih zikirlerinden sonra da dua okunmaktadır. Tesbih çekmeden önce Allahümme entesselam ve minkesselam Tebarekte ya Zel Celali Vel İkram okunur ve arkasından da Subhanallahi Velhamdülillahi Vela İlahe İllallahu Vallahu Ekber Vela Havle Vela Kuvvete İlla Billahil Aliyyül Azim denilmektedir. Tesbih duası okumadan önce ise Ayetel Kürsi okunarak sonrasında tesbih çekilip yani 33 Subhanallah zikri 33 Elhamdülillah zikri ve 33 Allahu Ekber zikri söylendikten sonra ise La ilahe illallahu vahdehu la şeriyke leh lehül mülkü ve Lehül hamdü ve hüve ala külli şeyin kadir okunarak dua edilmektedir. Dua edildikten sonra Amin demek duayı mühürlemek sayıldığı için önemli kabul edilmektedir. En sonunda ise Fatiha suresini okuyarak dualar tamamlanabilmektedir. Namazlardan sonra yapılan tesbihatlar her namaz için farklı olabildiği gibi uzun tesbihatlarda bulunmaktadır. En kısa hiç yapmamaktansa yapmak ve her namazdan sonra dua etmek salavat getirmek ve ölmüşlere bağışlamak çok faziletli ameller arasında bulunmaktadır. Doğru düzgün zikir nasıl yapılır? Soru Detayı - Ben nasıl doğru düzgün zikir yapabilirim? - Birisi bana diyor yüzün kıbleye doğru olmalı, birisi diyor hiç kimsenin olmadığı yerde yap ne bileyim işte bana yardım edin. - Şu aralar baya bir sıkıntım var. Benim 15 yaşım var. Sıkıntılarımı zikirlerle gidereceğimi düşünüyorum. Acaba düzgün mü yapıyorum? - Şu doğru düzgün zikir yapmayı en ince ayrıntısına kadar açıklarsanız çok sevinirim. Cevap Değerli kardeşimiz, "Zikir" hatırlamak, anmak ve düşünmek anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Zikir Müslüman hayatının her alanını kaplar. Bazen farkına varmadan, bazen de bilinçli olarak zikir halindedir. Öneminden dolayı, Kur’an’da 250 den fazla ayet, zikir kavramını farklı anlamlarla yer almaktadır. Zikir unutulanları hatırlamak, unutulmayanı canlı tutmak için yapılır. Zikrin Önemi Allah, müminleri kendisini çokça zikretmesini istemektedir ki, mümin huzur bulsun ve kurtuluşa ersin: “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 13/28) “Allah’ı çokça zikredin ki, felaha eresiniz.” (Enfal, 8/45) “Beni anın, ben de sizi anayım.” (Bakara, 2/152) "Sabah akşam, yalvararak ve ürpererek, sesini yükseltmeden, için için Rabbini an; sakın gafillerden olma.” (Araf, 7/205) Allah Resulü de zikrin önemi ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Size en hayırlı, Allah katında en değerli, derecenizi en fazla yükseltecek, sizin için sadaka olarak altın ve gümüş dağıtmaktan daha kazançlı, düşmanla karşılaşıp da sizin onların boynunu vurmanızdan, onların da sizi öldürmesinden daha çok sevap getirecek amelin ne olduğunu haber vereyim mi?” diye sordu. Onlar da: "Evet, söyle." dediler. Resûl–i Ekrem de: “Allah Teâlâ’yı zikretmektir.” buyurdu. (İbn Mâce, Edeb 53) Zikrin Çeşitleri 1. Lisan ile: Her an Allah’ı anma, esma-i hüsna telaffuzu, tesbih ve Kuran okuma dil ile yapılan zikirlerdendir. 2. Kalb ile: Allah’ı gönülde anma, yüceliğini ve nimetleri zihinde düşünmedir. Onun güzel isimlerinin manalarını tefekkür etmedir 3. Organlar ile: Allah’ın rızasını kazandıran, ona yaklaştıran hareketler ile Resulünün sünnetine uyan ve Allah’ı hatırlatan tutum ve davranış şeklinde olur. Asıl olan kalbin zikretmesidir; dil buna sadece bir tercümandır. Zikir ile Allah’a olan muhabbet zuhur eder ve ibadetlerin lezzeti hissedilir. Zikir nerede ne zaman ve nasıl yapılır? Zikir, mümin hayatının her alanını kapsamaktadır, yeri ve zamanı yoktur, her an ve her durumda yapılır. Çünkü Allah’ı hatıra getiren her söz, her düşünce ve her davranış zikirdir. Allah’ın azametini gösteren durumlar karşısında Allah Ekber deyip tekbir getirmek bir zikirdir. İnsanları hayrete düşüren Allah’ın cemal, kemal ve ihsanı karşısında Subhanellah demek bir zikirdir. Allah’ın sayısız nimetleri karşısında Elhamdülillah demek hem zikir hem de şükürdür. Bediüzzaman Birinci Söz’de, Allah’ın kuluna verdiği nimetlere karşı fiyat olarak üç şey istediğini ifade eder: Zikir, fikir ve şükür. Başta Bismillah demek zikirdir. Sonunda Elhamdülillah demek şükürdür. Ortada nimetin Allah’tan geldiğini ve onun bir hediyesi olduğunu düşünmek ise fikirdir. Bu durumda zikrin yeri ve zamanı yoktur. Kur'an her durumda zikrin yapılabileceğini bildirmektedir: “Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: 'Ey Rabbimiz! Sen bunların hiç birini anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!' ” (Âl-i İmrân, 3/191). Zikirlerin başında Kur'an ayetleri gelmektedir, çünkü Kuran bir zikirdir: "İşte bu (Kur'an), bizim indirdiğimiz bir zikirdir. Şimdi onu inkar mı ediyorsunuz?" (Enbiya, 21/50). Her konuda bize örnek olan ve yol gösteren Allah Resulü, zikrin nasıl yapılacağı ve bu zikirlerin insana neler kazandıracağı konusunu da müminlere yol göstermiştir. Resulüllah’ın tavsiye ve teşvik ettiği bazı zikir örnekleri şunlardır: “Zikrin en üstünü lâ ilâhe illallah’tır.” (Tirmizî, Daavât 9) Resulüllah (asm) Efendimiz bir gün Ashab-ı Kiram’a (ra): “İmanınızı tecdid ediniz (yenileyiniz)” dediğinde Ashab (ra): “Nasıl tecdid edelim Ya Resulallah (ssm)?” diye sordular. Resulullah (asm) Efendimiz de cevaben: “(Lâilâheillallah) zikrine devam ediniz. Çünkü buna devam etmek kalbi nurla doldurur ve müminin yakinini artırır.” (Ramuz el-Ehadis, s. 247, no: 2337) “Sübhânallâhi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallahü vallâhü ekber.' demek, benim için, üzerine güneş doğan her şeyden daha kıymetlidir.” (Müslim, Zikir 32) “Allah’ın en çok hoşlandığı sözü sana bildireyim mi? Allah’ın en çok hoşlandığı söz, 'sübhânallahi ve bi-hamdihî' demektir.” (Müslim, Zikir 85) “Her namazdan sonra kim otuz üç defa sübhânallah, otuz üç defa elhamdülillâh, otuz üç defa Allâhü ekber der, yüze tamamlamak için de 'Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l–mülkü ve lehü’l–hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr: Allah’tan başka ilâh yoktur; yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter.' derse, günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile affedilir.” (Müslim, Mesâcid 146) Sonuç olarak diye biliriz ki, herkes için sabit bir zikir kalıbı yoktur. Her mümin her zaman, bilinçli veya farkına varmadan bir zikir hali içindedir. Kişiden kişiye, kişinin ruh haline, düşüncesine ve önceliklerine göre değişir. Bunların içinde en değerli olanı, Allah’ın varlığı, birliği, ilim, kudret ve iradesini hissettirecek, Allah’ın güzel isimlerini anmak ve o isimlerin taşıdığı manalar üzerinde düşünmek olduğu ulema tarafından ifade edilmektedir. Allah’ı anarak, düşünerek, Resulünü hatıra getirerek vakitlerini değerlendiren mümin, alışkanlıklarını, günlük davranış ve işlerini ibadete dönüştürür. Allah’la irtibatı canlı tutar ve gafletten kurtulur. Her iki alemde de güzel bir hayat yaşar. Bütün varlıklarını Mekke'de bırakıp Hz. Peygamber'le beraber Medine'ye hicret eden bazı fakir Müslümanlar Hz. Peygamber'in yanına gelip ona dertlerini anlatmaya başladılar: “Yâ Resûlallah! Zenginler cennetin en yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler! Çünkü bizim namaz kıldığımız gibi onlar da namaz kılıyor, bizim oruç tuttuğumuz gibi onlar da oruç tutuyorlar. Fazla malları olduğu için bir de onlar hac ve umre yapıyor, cihad ediyor ve sadaka veriyorlar; bizim ise sadaka verebileceğimiz malımız yok.” Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Size bir şey haber vereyim mi? Dediğimi yaptığınız takdirde sizi sevapta geçenlere yetişirsiniz, sizden sonrakilerden kimse de size yetişemez ve içinde bulunduğunuz toplulukta en hayırlı topluluk olursunuz. Ancak onlar da sizin yaptığınız bu tesbihleri yaparlarsa size yetişebilirler. Her namazın peşinden otuz üç kez tesbih (sübhânellâh), otuz üç kez tahmîd (elhamdülillâh) ve otuz üç kere tekbir (Allâhü ekber) getirirsiniz.” Bir başka hadisinde ise Rasûlullah (sav) bu tesbihleri saydıktan sonra, “Kim (sayıları) doksan dokuz eden bu tesbihleri, 'Lâ ilâhe illâllâhü vahdehü lâ şerîke leh lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr.' diyerek yüze tamamlarsa, günahları denizin köpükleri kadar da olsa bağışlanır.” diyerek bütün müminleri müjdelemiştir. Zikir’in Anlamı: Zikir, sürekli Allah'ı hatırında tutmak ve devamlı Yüce Yaratan'ın gözetiminde olduğunun bilincinde olmaktır. Zikir, Allah'ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, tesbih ve ibadet gibi söz ve fiillerdir. Zikir, Allah'ın varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin delili olan pek çok konuyu düşünmek, tefekkür etmektir. Allah'ı zikretmek, inanan kalbin gıdası, derdinin şifası ve kurtuluş vesilesidir. Allah'ın en güzel isimlerini zikretmek, O'nun ismini, azametinin farkına vararak tekrar tekrar dillendirmek, gönüle ve zihne yerleştirmektir. Zikir, Mümin kalplerin neşesi, ıstıraplı gönüllerin huzur kaynağıdır; “Bilin ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzur bulur.” (Ra’d, 13/28.) âyetinde buyrulduğu gibi, mânevî huzura açılan kapının anahtarıdır. O yüce kelimeleri söylemek, benliğinin derinliklerinde hissederek Rabbi zikretmek bütün ibadetlerin özü ve aslıdır. Zaten İslâm'ın direği ve müminin mi'racı namazdan maksat da Allah'ı zikirdir, O'nu hatırlamak, O'nu anmaktır. “...O hâlde (yalnız) bana ibadet et; beni anmak için namaz kıl.” (Taha,20/14) âyeti de bunun açık göstergeleridir. Zikir’in Keyfiyeti: Sabah akşam Allah'ı zikrediyor olmak için sadece Allah'ı zihinde tutmak ve dil ile zikir cümlelerini tekrarlamak yeterli değildir. Hz. Peygamber'in, “Allah'a itaat eden Allah'ı zikretmiş olur.” gerçeğinden hareketle Kur'an ve sünnete uygun bir hayat sürmedikçe, dinin vecibelerini yerine getirip, yasaklarından kaçınarak Rabbin ismini gönle nakşetmedikçe zikir kemale ermez. Zikir’in Çeşitleri: Zikir çeşit çeşittir. Lisan ve kalp ile olduğu gibi beden ile de zikir yapılır. Hepsi birlikte olursa dilimizde O, kalbimizde O, bütün azalarımızda sadece O olursa işte zikir o zaman kemal bulur, ruha zevk olur, Rabbe dostluğa açılan kapı hâline gelir. Yüce Allah'ı güzel isimleri ile anmak O'na hamdetmek, tesbihte bulunmak, Kur'an okumak ve dua etmek dilin zikridir. Kur'an'da, “Ey iman edenler! Allah'ı çokça zikredin. Ve O'nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzâb, 33/41-42.) buyuran Yüce Allah, zikir ile tesbihi aynı âyette zikretmiştir. Yüce Allah'ı tesbih, (sübhânellâh) tekbir (Allâhü ekber), tahmîd (Elhamdülillâh) ve tehlil (Lâ ilâhe illâllâh), zikir lafızlarının en derin mânâlı ve değerli olanlarıdır. Tesbih ise, Allah'ı, yüceliğine yakışmayan kusur ve noksanlıklardan, insanların ilâhlar/tanrılar hakkında düşündükleri eksik sıfatlardan hem söz ile hem de gönülden tenzih etmek, uzak tutmaktır. İşte bu anlamda göklerdeki ve yerdeki her şey, eşsiz güç ve kudret sahibi olan Allah'ı tesbih eder ve O'nun şanını yüceltir. İnanan insan da, “Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/152.) buyuran Rabbini tesbih ederek bu zincirin bir halkası olur. Hatta sadece dili ile zikretmekle kalmaz, Yüce Allah'ı gönülden anarak ve devamlı O'nu aklında tutarak tefekkür ederse kalbi ile de zikretmiş olur. Sadece Rabbin rızasını gözeten Müslüman, bütün benliğiyle yapar zikri. İbadetlerin özü ve amacı olan bu en büyük ibadeti yaparken de, Peygamberini takip eder ve onu örnek alır. Çünkü o, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar için en güzel örnektir. Bu nedenle zikir, Rahmet Elçisi'nin ashâbına öğrettiği gibi yapılmalı ve zikrederken Allah Resûlü'nün hayatında görülmeyen, dolayısıyla bid'at sayılacak tavır ve yaklaşımlar sergilenmemelidir. Hz. Peygamber, kendisinin ve önceki bütün nebîlerin dile getirdikleri arasında en değerli sözün, “Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh.” (Allah'tan başka ilâh yoktur, O, yalnızdır (tektir), O'nun hiçbir şekilde ortağı yoktur.) cümlesi olduğunu belirtmiştir. Hz. Peygamber, “Sübhânellâhi ve bi-hamdihî, sübhânellâhi'l-azîm.” tesbihini ise, “söylenmesi kolay, mizanda ağır ve Rahmân'ın sevdiği sözler” olarak nitelemiştir. Hayatın Her Anında Zikir: Ashâbına zikir ifadelerini öğreterek onlar için cennetin yolunu kolaylaştıran Rahmet Elçisi, eşi Hz. Âişe'nin de belirttiği üzere, “Allah'ı sürekli zikrederdi.” Günlük hayatta zikir için her fırsatı değerlendirir, elbisesini giyerken, devesine binerken, bir yokuş inişinde veya çıkışında, yatağına yatarken ve uykudan kalkarken, tuvalet ihtiyacını gidermeden önce ve giderdikten sonra, evden dışarıya adım atarken, kısacası her durumda dua eder, Allah'ı anardı. Zikir, gün boyunca onun (sav) dilinde, gönlünde ve zihninde idi. Yemeğe başlarken besmele çekmeyi ısrarla ister, sonunda da mutlaka hamd ü senâda bulunur, şükrederdi. Kelimenin tam anlamıyla Allah'ı zikrederek yatar, yine Kur'an âyetleriyle O'nu zikrederek kalkardı. Yatarken nasıl Felâk ve Nâs sûrelerini okuyor ise, gece namaz için uyandığında da Âl-i İmrân sûresinin son on âyetini (190.-200. âyetler arasını) okuyarak yatağından kalkardı. Yüce Yaratan'ı bir an olsun aklından çıkarmayan Sevgili Peygamberimiz, zikir ile ziynetlenmek için günün en kıymetli zamanının seher vakitleri olduğunu söylemiş ve ashâb-ı kirâmdan Amr b. Abese'nin şahsında bütün ümmetine bu zaman dilimini değerlendirmelerini öğütlemişti: “Rabbin kuluna en yakın olduğu vakit gecenin son yarısıdır. Eğer o vakitte Allah'ı zikredenlerden olabilirsen ol!” Peygamber Efendimizin güne zikirle başlamayı ganimet olarak adlandırması ise dikkat çekicidir. Hz. Peygamber (sav), içlerinde Abdullah b. Ömer'in de bulunduğu küçük bir askerî birliği Necd tarafına göndermişti. Bu birlik çok miktarda ganimet elde edip kısa sürede de döndüler. Onlara kişi başına on iki deve düşmüş, hatta müfrezede olmayan bir kimse hayretle, “Bu müfrezeden daha çabuk ve daha çok ganimetle gelen bir başka müfreze görmedik.” demişti. Bu söz üzerine Resûlullah (sav), “Bu müfrezeden daha hızlı ve daha çok ganimet elde eden bir topluluğu size bildireyim mi? Sabah namazını kılıp güneş doğuncaya kadar Allah'ı zikreden bir topluluk, (bu müfrezeden) daha hızlı ve daha çok ganimet elde eder.” Kur'an, âlemin yaratılışındaki mucizeyi gören sağduyu sahibi müminlerin ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken yani her durumda Rablerini andıklarını belirtir. Nitekim bir kudsî hadiste de Yüce Allah'ın, “Benim gerçek kulum, (savaş meydanında) çarpışırken bile beni anandır.” buyurduğu nakledilmiştir. Zikrin kıymetini böylesine idrak etmiş bir kişi, çarşı pazar yerleri gibi insanların çoğunlukla gaflet içinde bulundukları mekânlar da dâhil olmak üzere hiçbir yerde Allah'ı unutmaz ve Resûl-i Ekrem'in şu tavsiyesine kulak verir: “Her kim çarşıya girdiğinde, 'Lâ ilâhe illâllâhü vahdehû lâ şerîke leh lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyun lâ yemût bi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr.' (Allah'tan başka ilâh yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur ve hamd O'na aittir. Hayatı da, ölümü de O verir. O ise diridir, asla ölmez. Hayırlar O'nun elindedir. O her şeye kadirdir.) derse Allah Teâlâ onun için bir milyon iyilik yazar, bir milyon kötülüğünü siler ve onu bir milyon derece yükseltir.” O'nu unutmak nankörlüktür: Bizi en güzel şekilde yaratıp başta akıl olmak üzere her türlü nimet ile donatan Rabbimizi zikretmemek yani O'nu unutmak ise nankörlüktür, en masum ifadeyle gaflettir. İnsanın olgun bir mümin olup ahlâken güzelleşebilmesi daima Allah'ı anmasına ve O'nun kendisini her yerde ve her zaman gördüğü şuuru ile yaşayabilmesine bağlıdır. Her hâl ve şartta Allah'ı zikretmekle sorumlu olan mümini Allah'ın zikrinden alıkoyacak hiçbir sebep olamaz, olmamalıdır. Çünkü zikirsiz bir hayat inanan bir insan için ölümdür, hayatın anlamını yitirmesi demektir. Yine onun belirttiğine göre, “Rabbini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misali, diri ile ölünün misali gibidir.” Mümin, rahatlık, bolluk, sıhhat ve afiyet zamanlarında olduğu gibi, sıkıntı, hastalık, musibet ve felâket zamanlarında da Rabbini anmalı, O'ndan yardım istemeli ve gaflete düşüp O'nu unutmamalıdır. Zikir ruhun gıdasıdır; derdin devası, gönlün şifasıdır. Kalpleri doyuran, ruhları yatıştıran, gönülleri coşturan bir ibadettir. Zikir, kula farkındalık, uyanıklık ve şuur kazandırır; onu gafletten, vesveseden ve kuruntudan korur. İnsan zikir sayesinde takvaya erer; yoksulluktan kanaat zenginliğine, yalnızlıktan ebedî dostluğa mazhar olur. Allah'ın rahmetini, bağışlamasını, rızasını ve muhabbetini kazanmak istiyorsa eğer, bir kul için zikir hayatının vazgeçilmez parçası olmalıdır. Zikir nedir, nasıl çekilmelidir? Kavram olarak "zikir"; Allah’ı anmak üzere söylenmesi ve yapılması tavsiye edilen, sözlü ve ameli eylemleri kapsayan davranışların tümüdür1. Çok geniş bir anlam alanına sahip olan zikir kavramının manası, günümüzde daraltılmış ve sadece Allah'ın adını dil ile anmakla sınırlandırılmıştır. Oysa "zikir", insana sevap kazandıran her türlü amelin genel adıdır2. Çünkü "zikir", Allah’a itaattir. Bütün ibâdetlerin özü ve aslı, Allah Teâlâ’yı hatırlamak ve ona itaat etmektir. Allah’a itaat ise, Kur’ân veya hadislerde yer alan bir takım güzel sözleri sadece söylemek veya tekrarlamak değil; bilakis her halükârda Allah’a kulluk şuuru içerisinde bulunmak ve tam bir teslimiyet göstermek, her hal ve şartta onun sürekli bizi gözetlediğini zihnimize yerleştirmektir. Zikir, şükür kavramında olduğu gibi hem dil, hem kalb ve hem de bedenen yani amellerle olmalıdır. 1. Dil ile zikir: Allah'ı isimleriyle anmak, hamd etmek, tesbih etmek, Kur'an okumak, Kur’ân’ı dinlemek ve dua etmektir. Dil ile yapılan zikir, kalbi zikre yol açmalıdır. 2. Kalp ile zikir: Kalbi zikir, bedenin zikrine yani ameli zikre zemin hazırlamalıdır. Ameli zikirden kastımız, Allah’ın yapmamızı istediği kulluk vazifeleri, bir başka ifadeyle ibadetlerdir. Kalb ile zikir, Allah'ı gönülden anmaktır. Bu da üç çeşittir: a) Allah'ın varlığına delalet eden delilleri düşünmek, onun isim ve sıfatlarını tefekkür etmektir. Allah'ın varlığına delalet eden deliller, başta Kur’ân ayetleri ve kâinattır. Kur’ân’da ve kâinatta yer alan ayetlerin tümünde, Yüce Yaratıcıya götüren, onun varlık ve birliğini haykıran, kuvvet ve kudretini gözler önüne seren sayısız alamet ve deliller mevcuttur. b) İlahi hükümleri yani Allah'ın emir ve yasaklarını ve kulluk görevlerimizi ve bunlarla ilgili delilleri düşünmek. Yani bir gönül ve vicdan muhasebesi yapmak gerekir. Ne ile mükellefim, neyi ne kadar yapmam gerekir? İlahi teklifler benim için ne ifade ediyor? Sorularının cevaplarına kafa yormak… c) Benliğimizdeki ve evrendeki varlıkları ve bunların sırlarını tefekkür ederek, her zerrenin, "yücelikler âlemi”ne ve Allah'ı gereği gibi bilmeye götüren birer ayna olduğunu görmek, idrak etmektir. Böyle bir zikirden alınacak zevkin bir göz açıp kapamak kadar olan zamanı bile cihanlar değer. İşte bu noktada insan kendinden ve âlemden geçer3. 3. Bedeni zikir: Vücudumuzdaki bütün organların, sorumlu oldukları vazife ile meşgul ve yasaklandıkları şeylerden de kaçınmalarıdır4. Bu noktada hem Allah ile ve hem de insanlarla olan muamelemizin dürüst ve samimi olması gerekir. Dolayısıyla yaptığımız her işi, ibadet şuuru içerisinde yapmalı ve aksi durumda hesaba çekileceğimiz endişesini taşımalıyız. Zikir, dil ve beden ile yapılan kalbî bir uyanıklık içinde gerçekleştirilmelidir. Zira zikir, gaflet ve nisyanın yani unutmanın gafletin zıddı demektir. Bu anlamda zikir, Allah’ı unutmamak yani hiçbir hal ve şartta ondan gafil olmamaktır. Dolayısıyla gafleti gidermeyen zikir, hakikatte zikir değildir. Zikir, bütün kısımlarıyla birlikte kalple, ruhla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Zira yapılan ameller, kalbi, ruhu müsbet ya da menfî bir şekilde etkileyecektir. Çünkü insanın maddî ve mânevî yönü arasında bir ilişki vardır. Bu ilişki sebebiyledir ki ruhta meydana gelen bir eserin, eylemin bedene birtakım etkileri olur. Aynı şekilde bedende birtakım fiil ve davranışın tekrarından da nefiste kuvvetli bir meleke meydana gelir ki bu da bedenden ruha çıkan eserler, etkilerdir... Bu yüzden insanda hüsn-i tefekküre engel olmayacak şekilde ve kendisine işittirecek kadar dil ile zikir yapıldığı zaman, bu dil ile yapılan zikirden dolayı hayalde bir etki oluşur. Ve bundan ruha bir nûr yükselir. Sonra bu nurlar, ruhtan dile, lisandan hayâle, hayalden akla yansır. Karşılıklı aynalar gibi birbirini takviye ve biri diğerini geliştirerek kemal noktasına eriştirir. Bunun mertebelerine son yoktur. Ma’rifet yolculuğu, işte bu nihayetsiz deryada Hakk’ın isteğine doğru yürümektir...5 Zikir, dil ve beden ile yapılan kalbî bir uyanıklık içinde gerçekleştirilmelidir. Zira zikir, gaflet ve nisyanın yani unutmanın gafletin zıddı demektir. Bu anlamda zikir, Allah’ı unutmamak yani hiçbir hâl ve şartta ondan gafil olmamaktır. Dolayısıyla gafleti gidermeyen zikir, hakikatte zikir değildir. Nitekim Allah'ı zikir için farz kılınan namazı gafletle edâ edenler kınanırken (Mâûn, 107/ 4-5), onu huşû içinde yerine getirenler övülmüştür (Mü'minûn, 23/1-2). Yine aynı şekilde "Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine onun ayetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rabb’lerine güvenip dayanırlar..." (Enfâl, 8/2) âyeti, zikrin gönlü titretecek derecede bir şuur ve uyanıklık içinde yapılması gerektiğine dikkat çeker. Mü’minler, inandıkları, her an tesbih ettikleri ve önünde kulluk yaptıkları Rablerini hiç bir zaman unutmaz ve ondan gafil olarak hareket etmezler. Yüce Allah’a karşı duydukları sevgi ve takva duygusu, sürekli onların içindedir. Onlar devamlı bir şekilde Allah’ı zikrederler. Bu zikir (anma), sadece unutulan şeyin tekrar akla getirilmesi değil, bilakis; sürekli kalpte ve benlikte olan Allah’ın varlığını tekrar hatırlamak, onun nimet verici olduğunu itiraf etmek, onun büyüklüğünü ve yüceliğini dile getirmek ve ibadeti yalnızca ona yaptığını amelleriyle göstermektir. Kur’ân, zikrin her durumda yapılabileceğini belirtmektedir: “Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: 'Ey Rabbimiz! Sen bunlarıın hiçbirini anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!' ” (Âl-i İmrân, 3/191). Ayette görüldüğü gibi zikir, belirli bir zaman, mekân veya ibadete özgü değildir. Yüce Yaratıcı, her halimizde O’nunla birlikte olmamızı emretmektedir. Çünkü Allah'ı anmak demek, ona kalpten bağlanmak, sürekli olarak onun gözetimi ve denetimi altında yaşadığımızın farkında ve şuurunda olmaktır. Ayetlere baktığımız zaman, en büyük zikir olarak Kur’ân’ın gösterildiğini görmekteyiz. "İşte bu (Kur'ân), bizim indirdiğimiz bir zikirdir. Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?" (Enbiya, 21/50). “Hiç şüphesiz Zikr’i (Kur’ân’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” (Hicr, 15/9). Kur’ân, kendisine ‘zikir’ demektedir ki, o, baştanbaşa bir öğüt, hatırlatma, insanlarla ilgili her önemli şeyi açıklayan bir ilâhî bildiridir6. O, aynı zamanda sürekli Allah’ı hatırlatan ayetlerden meydana gelmektedir. Bu manada kalpler, Kur’ân ile huzur ve sükûn bulur. İnsanlar, onun ayetlerini tefekkür ve tedebbür7 etsinler ve dosdoğru yolda hidayet üzere yaşasınlar diye Kur’ân gönderilmiştir. Allah’a gereği gibi kul olma inancıyla hareket eden kişinin, yaptığı her meşru iş ve söylediği her güzel söz nerede ve ne zaman olursa olsun zikirdir, ibadet niteliğindedir. Bize Allah’ı hatırlatan, ona davet eden her şahıs, ders, faaliyet, gayret, konuşma ve çalışma da zikirdir. Caddede yürürken, ahlâki kurallara riayet eden, ticaretinde dürüst davranan, insani ilişkilerinde kul hakkına riayet edenler zikir halindedir ve onlar zikir ehlidirler… Çünkü onlar, “zikr”i benimsemiş ve ona uygun olarak hareket etmişlerdir. İnsan her durumda Allah’ı zikretmekle mükelleftir. Bir kulu, Allah’ı zikirden alıkoyacak hiçbir sebep olmamalıdır. Mü’min, rahatlık ve afiyette Allah’ı zikrettiği ve şükrettiği gibi; musibet, afet ve felâketler zamanında da Allah'a sığınmak, onun yardımını istemek mecburiyetindedir. Mü’minin bu sığınışı ve yapmakla Allah'ın rızasını kazanacağı her ameli, bir zikirdir.8 Kur’ân ayetlerine baktığımızda zikir kavramının oldukça geniş bir anlam sahası mevcuttur9. Bu çalışmada gördüğümüz gibi “zikir” kavramı ile “zikrullah” terimi, sadece dil veya kalple Allah’ı hatırlamak veya bazı zikir ifadelerini belirli sayılarda söylemek değildir. Zikretme ibadetini bu şekilde anlamak, Kur’ân’ın “zikir” ve “zikrullah” terimlerinin anlamını oldukça daraltmak olur. Hakikate ulaşmak, cüz’î veya kısmî bakış açısıyla değil, ancak bütüncül olarak bakmakla mümkündür. Binaenaleyh, namaz kılmak, namazda ve namaz dışında Kur’ân okumak, Kur’ân’da ve evrende mevcut olan ayetleri tefekkür ve tedebbür etmek, Allah’a itaat etmek; Kur’ân’ın hükümlerini öğrenmek, öğretmek, yaşamak, yaşanmasına yardımcı olmak gibi dil, kalp ve bedenle yaptığımız ibadetlerin tümü zikirdir. Kısaca her halimizde Allah’ı hatırlama ve hatırlatmaya yönelik olarak gerçekleştirdiğimiz bütün davranışlar, zikir kavramının anlam alanı içerisindedirler. Dipnotlar: 1. bk. Elmalılı, I, 540-543. 2. bk. Elmalılı, I, 540-543. 3. Elmalılı, I, 540-543. 4. Elmalılı, I, 540-543. 5. Elmalılı, IV, 2362-2363. 6. Kur’ân’ın zikir olduğunu ifade eden ayetlere ilişkin olarak bkz. Al-i İmran, 3/58; Maide, 5/91; A’raf, 7/63; Yusuf, 12/104; Hicr, 15/ 6, 9; Nahl, 16/43,44;Enbiya, 21/2,24,36,50; Tâhâ, 20/ 99;Furkan, 25/18,29; Şuara, 26/5; Yâsin, 36/11; Sad, 38/1,8,87;Fussilet, 41/41 Necm, 53/ 29; Zuhruf, 43/5,36,44; Kamer, 54/25; Kalem, 68/51,52; Mü'minûn: 74/71;Tekvir, 81/27; Talâk: 100/10. 7. Tefekkür, tedebbür ve diğer ilim ifade eden Kur’ânî kavramlar için bkz. Musa Bilgiz, Kur’ân’da Bilgi Kavramsal Çerçeve ve Bilgi Türleri, İnsan Yay. İst. 2003. 8. Ali Ünal, Kur’ân’da Temel Kavramlar, s. 21; Resul Bozyel, “Zikir Üzerine”, Haksöz Sayı: 8 (Kasım 91), s. 7. 9. Zikr kavramıyla ilgili bazı ayetler için bkz. (Bakara, 2/114,152, 231, 239; Âl-i İmrân, 3/41, 135, 190-191; Nisâ, 4/103; A'râf, 7/200-201, 205; Enfâl, 8/2, 45; Ra’d, 13/28; İsrâ, 17/44; Kehf, 18/24, 28; Tâhâ, 20/41-43, 124; Hacc, 22/34-35) |