Seyyid Abdülkadir Geylani Kimdir?
#1
Oku-1 

Seyyid Abdülkadir Geylani

Büyük İslam âlimlerinden ve evliyanın meşhurlarındandır. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. Muhyiddin, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbani, Sultan-ul-evliya, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır.

İran'ın Geylan şehrinde 1078 (h.471) yılında doğdu. Babası Ebu Salih bin Musa Cengidost'tur. Hazret-i Hasan’ın oğlu Hasan-ı Müsenna'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi Fatıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir. Bunun için Geylani hazretleri, hem seyyid, hem şerifdir. 1166 (h.561) yılında Bağdat’ta vefat etti. Türbesi Bağdat’tadır.

Ehl-i sünnet itikadını ve din bilgilerini her tarafa yaydı. Fıkıh ve hadis ilimlerinde müctehid idi. Önceden Şafii mezhebinde idi. Hanbeli mezhebi unutulmak üzere olduğundan, Hanbeli mezhebine geçti. Böylece, bu mezhep yayıldı.

Abdülkadir Geylani hazretleri daha doğmadan, ilerde büyük bir zat olacağına dair alametler, işaretler görülmüştü. Mübarek babasına rüyasında Peygamber efendimiz; "Ey Ebu Salih! Allahü teâlâ bu gece sana kâmil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlad ihsan etti. O benim oğlum ve sevdiğimdir. Evliya arasında derecesi yüksek olacak" buyurdu.

Doğduktan sonra yüksek halleri ile dikkatleri çekti. Ramazan-ı şerifte gün boyunca süt emmez, iftar olunca emerdi. Bu halini şu beyti ile anlatır:
Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi
Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi.

Doğduğu senenin Ramazan-ı şerif ayının sonunda havalar bulutlu geçmişti. Bunun için Ramazanın çıkıp çıkmadığında tereddüt edildi. Halk annesine çocuğun süt emip emmediğini sordular. Emmediğini öğrenince, Ramazanın henüz çıkmadığını anlayıp oruca devam ettiler.

Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerine, "Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye sordular. Buyurdu ki:
"Temeli sıdk ve doğruluk üzerine attım. Asla yalan söylemedim. Yalanı kağıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" dedi. Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü. Arafat'ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip; "Beni Allahü teâlânın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdat'a gidip ilim öğreneyim. Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim" dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. "Haydi Allah selamet versin oğlum. Allahü teâlâ için ayrıldım. Artık kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem" dedi.

Küçük bir kafile ile Bağdat'a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan'ı geçince, altmış atlı eşkıya çıka geldi. Kafilemizi bastılar. Kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?" diye sordu. "Kırk altınım var" dedim. "Nerededir?" dedi. "Koltuğumun altında dikili" dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu. Fakat, o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler. Reisleri beni çağırttı. Bir yerde, kafileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim. "Altının var mı?" dedi. "Kırk altınım var" dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi. Söküp, altınları çıkardılar. "Neden bunu söyledin?" dediler. "Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım" dedim. Eşkıya reisi, ağlamaya başladı ve; "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum" dedi. Bu pişmanlığından sonra tevbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi. Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tevbe etmekte de reisimiz ol" dediler. Sonra, hepsi tevbe ettiler. Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. İlk defa benim vesilemle tevbe edenler, bu altmış kişidir."

Abdülkadir Geylani efendi, Bağdat'a geldi. Buradaki meşhur âlimlerden ders almak suretiyle hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti.

İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vaaz ve ders vermeye başladı. Hocası Ebu Said Mahzumi'nin medresesinde verdiği ders ve vaazlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı. Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek suretiyle medrese genişletildi. Bu iş için Bağdat halkı çok yardımcı oldu. Zenginler para vererek, fakirler çalışarak yardım ettiler. Derslerine devam edenler arasında pek çok âlim yetişti.

Abdülkadir Geylani hazretleri tasavvuf bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu. Peygamber efendimizin bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi.

Bir gün, minberde oturmuş vaaz ediyordu. Birden süratle en son basamağa indi. Ayakta, elini elinin üstüne koyarak, mütevazı bir şekilde durdu. Bir müddet sonra minbere çıktı. Eski yerine oturdu ve vaazına devam etti. Oradakilerden birisi, ne oldu diye sual edince; "Ceddim Resulullahı gördüm. Geldi ve minber önünde durdu. Haya edip, son basamağa indim. Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara vaaz etmemi emretti, dedi.

Sohbetlerinde bazen birkaç kişi coşarak kendinden geçerdi. Haftada üç gün, cuma, salı ve pazartesi gecesi halka vaaz ederdi. Vaazında, âlim ve evliyadan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzur içerisinde dinlerlerdi. Kırk sene böyle devam etti. Ders ve fetva vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış olup, bu hal altmış yaşına kadar devam etti. Huzurunda Kur'an-ı kerim tegannisiz gayet sade, tecvide riayetle okunurdu. Dört yüz âlim onun anlattıklarından notlar tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle birbirlerinin sırtlarında yazarlardı. Sorulan suallere gayet açık ve doyurucu cevaplar verirdi.
Derin ilim sahibi idi. On üç çeşit ilimde ders verirdi.

Önce lazım olan din bilgilerini öğrenmeyi tavsiye ederdi. Cubbai ismindeki bir zat anlatır:
Evliyanın hayatından ve sözlerinden bahseden arabi Hilyet-ül-Evliya kitabını birisinden dinlemiştim. Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibadetle meşgul olmak istedim. Gidip Abdülkadir Geylani'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzurunda oturdum. Bana bakıp; "Eğer inzivaya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da yetişmiş ve yetiştirebilen rehber zatların, yani mürşid-i kâmillerin huzurunda edep öğren. Daha sonra inzivaya, yalnız ibadete başla. Yoksa, ibadet ederken dinde bilmediğin bir şeyi öğrenmek icap eder de, yerinden ayrılmak durumunda kalırsın" buyurdu.

Bağdat'ın ileri gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup imtihan etmek için huzuruna gelip oturdular. Bu esnada Abdülkadir Geylani hazretlerinin göğsünden ancak kalb gözü açık olanların görebildiği bir nur çıktı ve âlimlerin göğsünden geçip gitti. Âlimleri bir hal kaplayıp, Abdülkadir Geylani hazretlerinin ayaklarına kapandılar. Bunun üzerine onları tek tek bağrına bastı ve şimdi suallerinizi sorun buyurdu. Her biri suallerini sorup, hemen cevabını aldı. Onlara; "Size ne oldu böyle?" denildiğinde; "Huzurunda oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi unuttuk. Bizi bağrına basınca unuttuklarımızı tekrar hatırladık. Suallerimizi sorunca, öyle cevaplar aldık ki, hayrette kaldık" dediler.

Abdülkadir Geylani hazretleri felsefe ile meşgul olmayı hoş görmezdi, ondan men ederdi. Felsefenin kaynağı akıldır. Filozof, çeşitli bilgileri düzene koyarak madde, hayat, yaratılış, dünya ruh, âlem, ölüm ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya çalışır. Bunu yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere uyup uymamasına bakmaz. Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar. Felsefecilerin ortaya koyduğu bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden farklı düşünmesi sebebiyle ya kısmen yahut tamamen değişir. Bu itibarla sonra gelenler önce gelenleri daima tenkit etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla işe başlarlar. Akıl yalnız başına yol gösterici değildir. Dinin rehberliğine muhtaçtır. Yoksa sapıtır. Bunun için din büyükleri itikadın bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile uğraşmaktan men etmişlerdir. Nitekim İbni Sina ve Farabi gibi zatlar felsefecilerin kitapları ile çok meşgul olduklarından sapıtmışlardır.

Çok sabırlı idi. Talebelerinin suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubey isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı. Bir gün ders sırasında İbn-üs-Semhal isminde bir zat gelmişti. Abdülkadir Geylani hazretlerinin onun dersi geç anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı. O talebe dersini alıp çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkadir Geylani hazretleri; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefat edeceğim" buyurdu. Dediği gibi bir hafta sonunda vefat etti.

Abdülkadir Geylani hazretleri heybetli idi. Az konuşur, çok sükut eder, konuştuğunda gayet cazip, açık ve net konuşurdu. Şahsı için kızmaz. Din hususunda asla taviz vermezdi. Misafirsiz gece geçirmezdi. Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu. İsteyeni geri çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında oturanlarda; "Ondan daha kerim ve lütufkâr kimse olamaz" kanaati hakim olurdu. Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alakasını muhafaza ederdi. Kendisine kötü davrananları affederdi. Kötülüklere dalmış çok kimse, hırsız ve eşkıya onun vasıtasıyla tevbe etti. Köleleri satın alıp, azat ederdi. Verdiği sözü tutar, kimseye karşı kötülük düşünmezdi. Ambarında helalden kazandığı buğday bulunurdu. Hizmetçisi, kapıda ekmek elinde durur ve halka şöyle seslenirdi: "Yemek isteyen, ekmek isteyen, yatmak isteyen kimse yok mu? Gelsin!"

Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir kısmını da, kendisine ayırırdı. Hediyeye, mutlaka karşılık verirdi. Fakirlerin ve dervişlerin nafakasını satın almak için, vazifeli hizmetçilerinin, bir başka işi olsa, yahut hastalansalar, kendisi çarşıya çıkar, ceddi Resulullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem uyarak, ev için lüzumlu şeyleri satın alırdı. Bir toplulukla yolculukta olsa ve bir yerde konaklasalar, kendi eliyle, el değirmeninde buğday öğütür, hamur yapar, ekmek pişirir, hepsine taksim ederdi. Kendini ziyarete gelenlere saygı gösterir, tevazu ederdi. Çok günler, et ve yağ yemezdi. Bir gün yedi çocuk, ellerinde yarımşar dirhem ile gelip, her biri yarım dirhemini eline koydu ve satın aldırmak istedikleri şeyleri söylediler. Çarşıya gidip, istedikleri şeyleri satın alarak getirip çocuklara verdi. Gönüllerini hoş etti.

Sıkıntısı ve dileği olanlar onu vesile ederek, araya koyarak Allahü teâlâya dua ettiklerinde dileklerine kavuşurlardı.

Bir defasında; "İyi müridlerin hali malum, ya kötülerinki ne olacak?" diye sorduklarında; "İyi olanlar kendilerini bize adamışlardır. Kötülere gelince biz de kendimizi onları kurtarmak için adadık" buyurdular.

Cinler de kendisinden çekinir, itaat edip sözünü dinlerlerdi.

Duası makbul idi. Bağdat halkından biri ona gelerek; "Babamı rüyada azap içerisinde gördüm. Bana Şeyh Abdülkadir'e git, bana dua etsin. Belki Allahü teâlâ beni azaptan kurtarır" dedi. Bunun için sana geldim. Babama dua ediverin de azaptan kurtulsun" dedi. Abdülkadir Geylani hazretleri sükut buyurdu. Bir şey söylemedi. O şahıs ikinci gece babasını rüyasında yeşil bir cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce hayret edip; "Baba, dün azap içindeydin, bugün ise neşelisin. Sebebi nedir?" diye sordu. Babası; "Şeyh Abdülkadir bana dua etti. Allahü teâlâ onun duası hürmetine beni azaptan kurtardı" dedi.

Onu gören tesiri altında kalır, mübarek biri olduğunu hisseder, kalbi katı ise, yumuşardı. Cuma günleri camiye giderken, halk onu görmek için sokakları doldururdu. Kendisi hakkında kötülük düşünene merhamet eder, onun iyiliğini isterdi. Çilesini çekmeden yüksek mertebelere ulaşılamayacağını söylerdi.

Ebu'l-Hacer Hamid Hirani anlatıyor:
Bir gün Abdülkadir Geylani hazretlerinin medresesine gittim ve huzurunda oturdum. Bana; "Ey Hamid! Bir gün gelecek meliklerin, sultanların minderinde oturacaksın" buyurdu. Aradan epeyce zaman geçip, Hiran'a dönünce, Sultan Nureddin beni çağırıp yanına oturttu ve evkaf bakanı yaptı. O günden beri devamlı Abdülkadir Geylani hazretlerinin o sözünü hatırlarım.

Her zaman gizli açık kerametleri görülürdü. Abdülkadir Geylani hazretleri buyurur ki:
"Kerametler ancak bir hayır, hikmet için gösterilir. Kerametini gizlemeyen dünyaya düşkündür. Bana talebe olan yahut evladımdan ve halifelerime bağlı olup, keramet derecesine ulaşıp, maksatsız keramet izhar edenin yüzü iki dünyada kara olur."

Abdülkadir Geylani hazretlerinin insanları gafletten uyaran, kendilerine gelmesine vesile olan pek çok sözü vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

"İnsanlara rehberlik eden kimsede şu hasletler bulunmazsa, o rehberlik yapamaz. Kusurları örtücü ve bağışlayıcı olması, şefkatli ve yumuşak olması, doğru sözlü ve iyilik yapıcı olması, iyiliği emredip, kötülüklerden men edici olması, misafirperver ve geceleri insanlar uyurken ibadet edici olması, âlim ve cesur olması."

"Şükrün esası, nimetin sahibini bilmek, bunu kalb ile itiraf etmek ve dille söylemektir."

"Büyük âlimlere tâbi olunuz; bid’at yoluna, dinde olmayıp, sonradan çıkarılan şeylere sapmayınız. İtaat ediniz, muhalefet etmeyiniz. Sabrediniz, sızlanmayınız. Sabit kalınız, ayrılıp dağılmayınız. Bekleyiniz, ümit kesmeyiniz. Özünüzü günahtan temizleyiniz, kirletmeyiniz. Hele Rabbinizin kapısından hiç ayrılmayınız."

"Kalb dünya arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkanı yok, ahireti sevmiş olamaz."

"Mümin, insanlara karşı yüzünden sevinçli olduğunu gösterir. Fakat kendi mahzundur. Peygamber efendimiz; "Müminin sevinci yüzündedir. Halbuki kalbi mahzundur" buyurmaktadır. Müminin tefekkürü, düşünmesi, ağlaması çok, gülmesi azdır. Tebessümü ile kalbindeki hüznü gizler. Dışarıda geçimini temin etmekle uğraşıyor görünür, kalbi Rabbini anmakla meşguldür. Çoluk çocuğu ile uğraşıyor görünür, kalbi Rabbi iledir."

"İnsanlara gösteriş için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Peygamber efendimiz başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı."

İlk önce yapılması lazım olan şeyler hususunda:
"Müminin, en önce farzları yapması lazımdır. Farzları bitirdikten sonra, vacip ve sünnetleri yapar. Ondan sonra, nafilelerle meşgul olur. Farz borcu varken sünnet ile meşgul olmak, ahmaklıktır. Farz borcu olanın, sünnetleri kabul olmaz. Hazret-i Ali'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte, Resulullah efendimiz buyuruyor ki: "Üzerinde farz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nafile namazlarını kabul etmez." Mümin, bir tüccara benzer. Farzlar onun sermayesi, nafileler de kazancıdır. Sermaye kurtarılmadıkça, kazancı olamaz" buyurdu.

Kötü arkadaşlardan uzak olmayı tavsiye eder, şöyle buyururdu:
"Kötü arkadaşları terk et. Onlara sevgi duyma, salihleri sev. Yakının bile olsa, kötü arkadaştan uzak dur. Uzak bile olsa, iyi arkadaşlarla beraber ol. Kimi seversen, seninle onun arasında bir yakınlık hasıl olur. Bu bakımdan, sevgi beslediğin kimsenin kim olduğuna iyi bak.

Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünya lezzetleri olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü teâlâdır. Senin düşüncen, Rabbin ve Onun katında bulunan nimetler olmalıdır. Dünyadan (haram ve şüphelilerden) ne terk edersen, mutlaka bunun karşılığında ahirette ondan daha hayırlısı vardır. Ömründe sadece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de ahiret için hazırlık yap."

Faydasız şeyleri bırakmak hususunda:
"Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin. Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama. Resul-i ekrem; "Hayat, ahiret hayatıdır" buyurdu."

İyi zan sahibi olmak hakkında:
"Müslümanlar hakkında iyi zan sahibi ol. Onlar hakkında niyetini düzelt. Her türlü hayır işi yapmaya koş. Bilmediğin hususlarda ahireti düşünen âlimlere sor."

Dua hakkında:
"Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim." deme. Duaya devam et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hal verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vaz geçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.”

Ahiret işlerini önce yapmak hususunda:
"Ahireti sermayen, dünyayı bu sermayenin kazancı yap. Zamanını, önce ahireti elde etmek için sarf et. Geri kalan vaktini, geçimini temin için harca. Sakın dünyanı sermaye, ahiretini onun kârı şeklinde yapma. Böyle yaparsan, dünyadan artan zamanını, ahiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riayet etmezsin. Sonra dünya işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin. Geceleri kaza namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, heva ve isteğine hatta şeytana tâbi olursun. Ahiretini dünyaya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Halbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzip etmek ve selamet yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar ahiret yolu, Rabbine taat yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabul etmekle, kendine zulmettin. İpini onun eline verdin. İsteklerinde, lezzetlerinde, hevasında ona uydun. Sonunda dünya ve ahiretin hayırlısını kaçırdın. Dünya ve ahiretini zarara soktun. Böyle olursa, Kıyamet günü din ve dünya bakımından insanların en müflisi ve en zararlısı olursun. Nefsine uymakla, dünyadan fazla bir şeye ulaşamadın. Eğer nefsini ahiret yoluna çekseydin, ahiretini esas ve sermaye kabul etseydin, dünya ve ahiretini kazanırdın. Nefsin kötülüklerinden korunur, iyilerden olurdun. Eğer dünyaya rağbet etmeyerek, kötülüklerden uzak kalarak Allahü teâlâya itaat edersen, Allahü teâlânın has kullarından olursun."

Yapılan nasihati kabul etmek hakkında:
"Kardeşinin sana yaptığı nasihati kabul et. Ona muhalefet etme. Çünkü o, senin kendinde göremediğin şeyleri görür. Bunun için Resul-i ekrem; "Mümin, müminin aynasıdır" buyurmuştur. Mümin, din kardeşine yapmış olduğu nasihatlerde samimidir. Onun göremediği şeyleri bildirir. Ona, iyilikler ve kötülükler arasındaki farkı gösterir. Ona, lehinde veya aleyhinde olan şeyleri anlatır."

Acele etmemek hususunda:
"Acele etme. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek. Allahü teâlâdandır. Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır. Kanaat sahibi ol. Kanaat bitmeyen bir hazinedir."

Gaflet hakkında:
"Allahü teâlâdan hakkıyla haya ediniz. Gaflette olmayınız. Zamanınız, zayi olup gidiyor. Halbuki siz, yiyemeyeceğiniz şeyleri toplamak, ulaşamayacağınız şeylerin peşinde koşmak, oturamayacağınız binaları kurmakla meşgul oluyorsunuz. Bütün bunlar size, Rabbinizin huzurunda hesap vermek için duracağınızı unutturuyor. Halbuki Allahü teâlâyı anmak, ariflerin kalblerinde yerleşir. Onların kalblerini kuşatır. Onlara, Allahü teâlâyı hatırlamaya mani olan her şeyi unutturur."

Allah için yapılmayan işler hakkında:
"Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hali nasıl? Cemaat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızasını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, adi ve bayağı niyetlerin için tevbe et.
İnsanlara gösteriş için, onların rızalarını almak için amel yapıp, sonra da bunu Allahü teâlânın kabul etmesini istemek yakışır mı? Hırsı, şımarıklığı, azgınlığı ve dünyaya düşkünlüğü bırak. Sevincini ve neşeni biraz azalt. Biraz hüzünlü ol. Çünkü sen, hüzün evinde ve dünya hapishanesindesin. Resul-i ekrem daima tefekkür ederdi. Sevinçleri az, hüzünleri çoktu. Az gülerdi. Sadece başkasının kalbini ferahlandırmak için tebessüm buyururlardı."

Allahü teâlânın sevgisinde samimiyetin nasıl belli olduğu hususunda:
"Kulun Allahü teâlâyı sevmesinde samimi olup olmadığı, başına bela ve musibet geldiği zaman ortaya çıkar. Bela ve musibet geldiğinde sabır ve sükun halini muhafaza edebiliyorsa, o gerçekten Allahü teâlâyı seviyor demektir. Musibet ve fakirlik zamanında sebat gösterebilmek bu sevgiye delil ve alamet yapıldı. Birisi Peygamber efendimize; "Ben seni seviyorum" deyince; "Fakirlik için bir elbise hazırla" buyurdu. Bir başkası gelip Peygamber efendimize; "Ben Allahü teâlâyı seviyorum" deyince; "Bela için elbise hazırla" buyurdu."

Sabır ve tahammüllerin karşılıksız kalmayacağına dair:
"Halinizden şikayette bulunmayın. Sabredin, feryat etmeyin. Doğruluk üzere devam edin. İsteyin, istemekte bıkkınlık göstermeyin. İçinde bulunduğunuz istenmeyen hallerden dolayı ümitsizliğe düşmeyin. Daima ümitli olun. Birbirinize düşman değil, kardeş olun. Birbirinize buğz etmeyin.
Allahü teâlâya, rızası için yapılan sabırlar ve tahammüller, asla karşılıksız kalmaz. Onun için bir an olsun sabrediniz, mutlaka, senelerce bu sabrın mükafatını görürsünüz. Ömrü boyunca kahraman lakabıyla meşhur olan, bu lakabı, bir anlık cesareti neticesinde kazanmıştır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen; "Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir" buyuruyor (Bekara suresi: 153)

Hayatı fırsat bilmeye dair:
"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyadan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganimet biliniz. Tevbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkan varken bunu fırsat biliniz. Tevbe ediniz. Dua etmeye imkanınız varken, dua ediniz. Salih kimselerle beraber olmayı fırsat biliniz."

Kabir ziyaretine dair:
"Kabirleri ziyaret ediniz. Salih kimseleri de ziyaret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir."

Günahlardan sakınmak hususunda:
"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günahını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür" buyurdu."

Hasedin, Allahü teâlânın gazabına sebep olacağı hususunda:
Ey mümin! Ne oluyor ki, seni, komşunu; yemede, içmede, giymede ve başka şeylerde kıskanır görüyorum. Bu nasıl iş? Bilmiyor musun ki, bu senin imanını zayıflatır. Mevlanın yanında kıymetin kalmaz. Seni, Allahü teâlânın gazabına uğratır. Peygamber efendimiz; "Allahü teâlâ, hasetçi kimse nimetimin düşmanıdır, buyurdu" diye bildirmiştir. Resul-i ekrem bir hadis-i şerifte; "Ateş odunu yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer" buyurdu. Sen, haset ettiğin kimseyi, hangi ve ne hususta haset ediyorsun. Onun kısmeti için mi, yoksa kendi kısmetin hususunda mı haset ediyorsun? Eğer onu, Allahü teâlânın ona kısmet olarak verdiği şeyde haset ediyorsan, ona haksızlık etmiş olursun. Haset ettiğin kimse, Allahü teâlânın kendisi için takdir ve taksim ettiği nimetin içerisinde bulunmaktadır. Sen onu, Allahü teâlânın bu ihsanından dolayı haset etmekle, ne kadar haksızlık ve cimrilik yaptığını, ne kadar akılsızlık ettiğini biliyor musun? Eğer onu, sana takdir edilenin onun eline geçeceğinden endişe ederek kıskanıyorsan, bu senin çok cahil olduğunu gösterir. Çünkü senin kısmetini başkası yiyemez. Muhakkak ki Allahü teâlâ sana zulmetmez. Allahü teâlâ senin için takdir ettiğini, sana nasip olarak verdiğini, senden alıp başkasına vermez.”

Abdülkadir Geylani Hazretlerinin Ailesi ve Çocukları:

Suhreverdi onun dört kadınla evli olduğunu söyler. Ancak ne zaman evlendiği bilinmemektedir. Çocukları hakkında ise değişik rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetler  ila 18 kadar olduğu şeklindedir.

Adetleri kaç olursa olsun onlar hakkında ifade edilen görüşlere göre herbiri başta babaları olmak üzere zamanlarının büyük alimlerinden dini ve şer’i ilimleri tahsil etmişler ve babalarından tarikat hırkası giymişlerdir.


Abdülkadir Geylani Hazretlerinin Tasavvuf anlayışı ve Tarikatı:

Abdülkâdir Geylanî’nin tasavvuf anlayışı, şeriate ve dinin zahirî hükümlerine titizlikle bağlı kalma esasına dayanır. O, her an Kur'an ve hadislere uygun hareket etmeyi şart koşar. Ona göre bir zahidin hayatında görülebilecek derunî haller dini ölçülerin dışına taşmamalıdır.

Müridlerine hep tabi olun bidat yoluna sapmayın; itaat edin, muhalefet etmeyin, sabredin; sızlanmayın, günahtan temizlenin, kirlenmeyin, zikir halkasına toplanın ve mevlanızın kapısından ayrılmayın” şeklinde tavsiyelerde bulunurdu.

O diğer İslâm mutasavvıfları gibi dünya ve ahiret nimetlerini, kul ile Allah arasında bir perde sayar ve mutasavvıfın bu nimetleri değil, fakat Allah’ın Zâtını hedef sayması lazım geldiğini söylerdi.

İbn Arabî tarafından da “kutub” ve “insan-ı kamil” olarak tavsif edilmiştir.

Müridleri onu “sultanü’l-evliyâ” sayarlar ve ismine “Müşâhidullah”, “Emrullah”, “Fadlullah”, “Emanullah”, “Nurullah”, “Kutbullah”, “Seyfullah”, “Fermanullah”, “Burhanullah”, “Ayetullah”, “Gavsullah” veya “Gavs-ı Âzâm” sıfatlarını eklerler.

Hülüsa tasavvuf anlayışı itibariyle Gazzali’nin geliştirmiş olduğu sünnî tasavvufun onun tarafından devam ettirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Müessesevî bir karektere malik bir ocak olarak ortaya çıkan ilk tarikat genel kabüle göre Abdülkâdir Geylânî tarafından kurulan Kâdiriliktir.

Kendisinden sonra gelenlerce, başta İslâm Dünyasında ve diğer ülkelerde yaygınlığı itibariyle ilk üç tarikatten biri olan kâdiriyye de zikir usûlü olarak cehrî(aleni ve sesli) zikir esas kabul edilmiştir. Silsilesi Hz.Ali vasıtasıyla Peygamberimize ulaşmaktadır.

Tarikatın beş esası vardır: Himmeti yüce olmak, haramdan sakınmak, hizmeti güzel yapmak, azimetten ayrılmamak, ruhsatı bırakmak ve nimete saygılı olmak.

Geylânî’nin yetiştirdiği yüzlerce halife ve binlerce talebesi İslamı geniş coğrafyaya yaydılar. Tarikatı İspanya’ya, ve Gırnata’nın düşüşü üzerine de Fas’tan başlayarak bütün afrikaya yaydılar. Hindistan ve Çin’de İslâm’ın yayılmasında yoğun çaba harcadılar.

Kadirilik tarikatı Anadolu’ya Eşrefoğlu Rumî, İstanbul’a ise İsmail Rûmî tarafından girmiştir. Bu zatların her ikisi de pir-i sani diye anılmışlardır.

İslâm dünyasında en fazla yayılma şansına sahip olan bu tarikat bugün hala canlı bir tasavvufi hayatın öncülüğünü yapmakta ve yoğun bir faaliyet göstermektedir.


Abdülkadir Geylani Hazretlerinin Eserleri:

Menâkıb kitabları Gelanî’nin bin kadar eseri bulunduğunu kaydeder. Bu gün ona nisbet edilen eserlerin sayısı elli civarındadır. Ancak bunların büyük bir kısmının ona ait olmadığı kesinlik kazanmıştır.

Geylânî eserlerinde son derece sade bir uslub kullanır. Tema olarak ağlatıcı ürpertici konuları tercih eder. Cemaate cenneti müjdeleyerek onlara ümit ve şevk verir, nefsin zayıf taraflarını başarılı bir şekilde tasvir eder, şeytanın insana nüfuz etme yollarını canlı örneklerle anlatır. İnsanı duygulandıran ve heyecanlandıran tablolar çizer. Tarikatının ve tesirinin bütün İslâmalemine yayılmasında, uyguladığı bu metodun payı büyüktür. Bu eserler sıhhatli tercemeleri yapacak dirayetli insanları beklemektedir.

1- el-Gunye li-Tâlibî Tarîki’l-hak

2- el-Fethü’r-Rabbânî

3- Fütûhu’l-Gayb

4- el-Füyûzâtü’r-Rabbâniyye fi Evrâdi’l-Kâdiriyye

5- Mektubât

6- Cilâü’l-Hâtır min Kelâmi şeyh Abdülkâdir

7- Sırru’l-Esrâr ve Mazhâru’l-Envâr

8- ed-Delâil

9- es-Sirâcü’l-Vehhâc fi leylet’l-Mi’rac

10- Akidetü’l-Bazi’l-Eşheb (TDV İslam Ansiklopedisi)


Abdülkadir Geylani Hazretlerinin Bazı Hikmetli Sözleri

“İsyanınız nefsinize, itaatiniz Rabbinize olsun.”

***

“Ey oğul! Nefsine karşı cihâdında sana yardım eden kimseyle arkadaş ol, onun sohbetinde/dostluğunda bulun. Nefsinin azmasına yardım edenle arkadaş olma!” (Fethu’r-Rabbânî)

***

“Ey oğul! Eğer câhil, ikiyüzlü, münâfık, hevâ ve heveslerinin peşinde giden bir şeyh (müteşeyyih  ile arkadaş olur, onun sohbetinde bulunursan; o senin nefsinin azmasına yardımcı olur. Bu tip şeyhlerin sohbeti, senin aleyhine olur. Hakîkî şeyhler, dünya ve dünyalık için sohbet etmezler. Bilâkis âhiret için, mü’mini Allâh’a götürmek için sohbet ederler.” (Fethu’r-Rabbânî, sf. 335.)

***

“Kim ki dînin esaslarını kendi yaşayışında tatbik etmediği hâlde, kalbinde hikmet nurları bulunduğunu iddia ederse o, yalancıdır. Zira şurası iyi bilinmelidir ki dînin/şerîatin şahitlik etmediği her hâl, zındıklıktır.” (Fethu’r-Rabbânî, sf. 303.)

***

“İnsanları irşâd etmek, lâfla değil, gönülden hâlis bir inanış ve iştiyakla gerçekleşir. Yine bütün bunlar; halvet, ibadet, zikir, riyâzat ve murâkabe ile alınacak neticelerdir. Yoksa, şekilcilikten ve gösterişten öteye geçmeyen ve rûha asla işlemeyen birtakım davranışlarla elde edilecek neticeler değildir.”

“Önce kendi nefsinle meşgul ol, kendi nefsine faydalı ol ve kendi nefsini düzelt. Sonra başkalarıyla meşgul ol. Başkalarını aydınlattığı hâlde kendini eritip bitiren mum gibi olma!”

***

“Ey oğul! Dünyalık toplarken, gece odun toplayan, fakat eline ne geldiğini bilmeyen kişi gibi olma. Eline geçen dünyalığın helâl mi haram mı, meşrû mu yoksa gayr-i meşrû mu olduğuna dikkat et. Bütün fiillerinde tevhid ve takvâ güneşi ile beraber ol!”

***

“Bak evlâdım! Haram yemek, kalbi öldürür. Lokma vardır, kalbini nurlandırır; lokma vardır onu karanlığa boğar. Yine lokma vardır, seni dünya ile meşgul eder; lokma vardır ukbâ ile meşgul eder. Lokma vardır, seni her iki dünyanın da zâhidi yapar, seni dünya ve âhiretin Hâlıkı’na yöneltir.”

***

“Sen ey zengin kişi! Allâh’ı unutup hep maddî servetinle iştigâle dalma! Zira muhtemeldir ki yarın gelir, fakat sen fakir düşmüş olursun.”

***

“Bütün varlığınla Rabbine yönel. Yarın endişesini, dünün yanına terk et. Zira muhtemeldir ki yarın geldiği zaman, sen ölmüş olabilirsin.”

***

“Ey oğul! Allah se­ni bâzı be­lâ­la­ra dû­çâr eder. Bu­nun se­be­bi şu­dur: Aca­ba se­bep­le­re da­ya­nıp O’nun ka­pı­sı­nı terk mi ede­cek­sin, yok­sa O’nun ka­pı­sı­na mı ya­pı­şa­cak­sın? Aca­ba zâ­hi­re mi da­ya­na­cak­sın, yok­sa bâ­tı­na mı? Aca­ba id­râk edi­le­ne mi gü­ve­ne­cek­sin, yok­sa id­râk edi­le­me­ye­ne mi? Aca­ba gö­rü­ne­ne mi yö­ne­le­cek­sin, yok­sa gö­rün­me­ye­ne mi?.. Sa­na ve­ri­len mâ­ri­fet, hü­ner ve mu­vaf­fa­kı­yet­le­ri, nef­sin­den mi bi­le­cek­sin, Hak’tan mı?..”

***

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin naklettiği şu menkıbe ne kadar ibretlidir:

Adamın biri, bir köle satın almıştı. Köle, takvâ sahibi, sâlih bir mü’min idi. Efendisi onu alıp evine götürünce, aralarında şöyle bir konuşma geçti:

Efendi:

“–Benim evimde neler yemek istersin?”

Köle:

“–Ne verirsen onu.”

“–Nasıl elbiseler giymek istersin?”

“–Ne giydirirsen onu.”

“–Evimin hangi odasında kalmak istersin?”

“–Hangi odada kalmamı istersen orada.”

“–Evimin hangi işlerini yapmak istersin?”

“–Hangi işleri yapmamı istersen onları.”

Bu son cevâbın ardından, efendi bir müddet tefekküre daldı ve gözlerinden süzülen yaşları silerken şöyle dedi:

“–Keşke ben de kulu olduğum Rabbime böyle teslîm olabilseydim. O zaman ne mutlu olurdum!..”

Bu arada köle dedi ki:

“–Ey benim efendim! Efendisinin yanında, kölenin irâde ve ihtiyârı olur mu?..”

Bunun üzerine efendi:

“–Seni âzâd ediyorum. Allah için hürsün. Fakat benim yanımda kalmanı da arzu ediyorum. Tâ ki canım ve malımla sana hizmet edeyim. (Zira sen bana kulluk âdâbına dâir büyük bir ders verdin.)” dedi.

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri bu kıssanın akabinde buyurur ki:

“Kim ki Allâh’ı hakkıyla tanır, O’na gerçek bir muhabbetle teslîm olur, O’nun kendisi için takdîr ettiği hâle rızâ gösterirse, onda ne irâde kalır ne de ihtiyâr. O artık yalnız şöyle der:

«–Allah’tan (O’nun murâdı dışında bir) istekte bulunmak benim neyime?!»”(Abdülkâdir Geylânî, el-Fethu’r-Rabbânî)

***

“Ramazan ayına tâzîm, onda takvâ sahibi olmakla ve şerîatin bütün esaslarına riâyet etmekle beraber, Ramazan orucunu da sırf Allah rızâsı için tutmakla mümkün olur.”

***

“Ey oğul! Oruç tut. Akşamleyin iftar ederken, iftarlık yiyeceğine fakirleri de ortak et; onlara da yedir, içir. Tek başına yiyip içme! Zira tek başına yiyip içerek başkalarına ikramda bulunmayan kişinin, fakir olup dilenciliğe düşmesinden korkulur…”

***

“Ey ahâlî! Siz tıka-basa yiyor, doyuyorsunuz. Hâlbuki yanı başınızda aç komşularınız var… Birinizin önünde birçok yiyecek var, elinde imkânları var; malı-mülkü, serveti var; hem kendisine, hem de ailesine yetip de artacak kadar… Kapısında veya yanı başında ise muhtaçlar var. Buna rağmen o, bu ihtiyaç sahiplerini eli boş olarak geri çevirir. Hâlleriyle hiç alâkadar olmaz bile…

Fakat sen, ey böyle hareket eden kişi! Yakında haberini görürsün! Yakında sen de, eli boş geri gönderdiğin veya hâlleriyle hiç ilgilenmediğin o muhtaçlar gibi olursun. Sen nasıl ki vermeye gücün yettiği hâlde vermedi ve eli boş geri çevirdiysen, aynen sen de öyle geri çevrilirsin!..”

***

“Ey ahâlî! Gündüz aç ve susuz durup akşamleyin haram kazançlarla yiyip-içmek size ne fayda verecek? Gündüzleyin oruç tutarsınız, geceleyin günah işlersiniz. Ey haram yiyenler! Siz, gündüzün su içmekten kendinizi alıkoyarsınız. Sözde oruç tuttuğunuz için gündüzün su içmezsiniz. Akşam olunca ise, müslümanların kanları üzerine iftar edersiniz…”

***

“Ey gâfil, uyan! Sana gelen bu ayda uyan ve ibret al! Uyuklamandan ve gaflet hâlinden kurtul da karşına çıkan büyük nîmete bir bak! Hiç olmazsa, Ramazan ayının kalan kısmını tevbe ile, Allah Teâlâ’ya dönüşle tamamla. Bu ayda, istiğfar ve tâat hazırlığı yap. Ola ki bu sayede, rahmet ve şefkate erersin.”

***

“Fitre vermek, oruçlu için bir temizleyicidir… Oruçlunun eksiklerini tamamlar; sevâbını ikmâl eder. Tıpkı; işlenen günahlara tevbe-istiğfar gibi, yanlış kılınan namaz için yapılan sehiv secdesi gibi…”

***

“Çalışan kimseye, işini bitirince ücreti verilir. Biz, (Ramazan ayındaki) amellerimizi bitirdik. Keşke bilseydim; orucumuz ve namazımız makbul mü olacak, yoksa yüzümüze mi vurulacak?

Keşke bilseydim; aramızda makbul olan kim? Kendisini tebrik ederdik. Reddolunan kimdir? Onun da tâziyesine giderdik.”

***

“Ramazan ayını, akan gözyaşları ile uğurla. Âh edip inleyerek ham nefsine ağla! Nice oruçlu vardır ki bir daha oruç tutamayacak hâle gelecektir. Nice namaz kılan vardır ki; kıldığından başka namaz kılamayacaktır.”

***

“Ey gâfil! Hani senin gözyaşların?.. Tevbeni hangi yıla bırakıyorsun? Gelecek seneye mi?.. Hiç de öyle değil; ömür süreleri senin elinde değil. Onun miktarını bilmek de sana düşmemiştir!

Öyle ümit besleyenler vardır ki; arzusuna kavuşacağını ummuş ama ona ulaşamamıştır…

Niceleri, bayram için koku hazırlamıştır; ama onu kabrinde koklamıştır. Bayramına temiz elbise hazırlayan nicelerine, bu hazırladığı kefen olmuştur…

Niceleri var ki; tuttuğundan başka oruç tutamamıştır. Hâlbuki daha başka Ramazan ayları görüp yine oruç tutmayı umuyordu.

Ey Allâh’ın kulları! Şunu biliniz ki, siz büyük bir aydan ayrılıyorsunuz. Fazîletli, kerîm bir ayı geride bırakıyorsunuz.

Hele bir düşünün; sizden evvel gelip de oruç tutan, namaz kılan ve emirleri yerine getirenler neredeler? (Siz de bir müddet sonra nerede olacaksınız?!.)”

***

“Mü’min kulun bayramı, Rahmân olan Allâh’ın rızâsıdır…

Mü’min kul, bayramına giderken; başında hidâyet tâcı, gözlerinde ibret nazarı, kulaklarında hakkı dinlemek, dilinde tevhid şehâdeti, kalbinde mârifet ve yakîn, boynunda İslâm örtüsü, belinde kulluk kuşağı vardır. Mü’min kulun feyiz kaynağı; mihraplardır, mescitlerdir… Mü’min kulun bayramı; Allah Teâlâ’ya karşı tazarrû ve niyazdır…”

***

“Bayram denince; güzel şeyler giymek, tatlı yemekler yemek, lezzetlere, eğlenceye dalmak akla gelmemelidir.

Asıl bayram; tâatin makbul olduğunun bilinmesi; günahların ve hataların bağışlandığının anlaşılması; kötülüklerin iyiliğe çevrilmesi; yüksek derecelere ermenin müjdesini almak; iyilik, ihsan ve ikramlara nâil olmaktır.”

***

“Ey Allâh’ın kulları, bir kimse nefsini Ramazan ayında kötülük işlemekten alıkoyduysa, bunu Ramazan’dan sonraki aylarda da sürdürsün. Zira Ramazan ayının da, Ramazan’dan sonraki ayların da Allâh’ı birdir. O, her iki zamana da muttalîdir.”

***

“Ey oğul! İlmin sana her an (lisân-ı hâl ile) sesleniyor ve diyor ki:

«Eğer benimle amel etmezsen; (âhirette) senin aleyhinde bir şahit ve delil olurum. Yok eğer benimle amel edersen, bu takdirde senin lehinde bir şahit ve delil olurum…»”

***

“Kendin hakkında, kendin üzerinde tefekkür et. Tefekkür, kalbin yapacağı işlerdendir. Eğer kendini bir iyiliğe nâil olmuş görürsen, şânı yüce olan Allâh’a şükret. Tersine, eğer bir kötülük görürsen, ondan ötürü de tevbe et.

İşte bu tefekkür sayesinde dînin ihyâ olur, şeytanın da gücünü kaybeder. Bundan dolayıdır ki; «Bir saatlik tefekkür, bir gecelik nâfile ibadetten daha hayırlıdır.» denilmiştir.”

***

“Ey oğul! Allâh’a ulaşma yolunda, yine Allâh’ın fiillerini delil edin. Nasıl ki herhangi bir sanat eserinden bu eserin sanatkârına intikal ediliyorsa, aynen bunun gibi, Allâh’ın acâyip, garâip ve muazzam bir sanatı olan bu kâinâta ibretle bakmak sûretiyle de Allâh’a ulaşılabilir.”

***

“Sizin dîninizin ortadan kalkmasının dört sebebi vardır:

Birincisi: Bildiklerinizle amel etmemenizdir.

İkincisi: Bilmediklerinizle amel etmenizdir.

Üçüncüsü: Bilmediklerinizi öğrenmeyip câhil kalmanızdır.

Dördüncüsü: Diğer insanların, bilmedikleri şeyleri öğrenmelerine engel olmanızdır.”

***

“Ey oğul! Takvâya sarıl, müttakî ol. Şerîatin esaslarına sarıl; nefse, hevâî arzulara, şeytana ve kötü kişilere muhâlefet et, onlara uyma!

Mü’min, bu hususlarda dâimâ cihad hâlindedir. Öyle ki, başından miğferi hiç eksik olmaz, kılıcı aslâ kınına girmez, atının sırtı hiç eğersiz kalmaz…”

***

“Şurası iyi bilinmelidir ki, (ilâhî sırları gizleyen) perdeler, ancak fânî varlıklardan, nefsânî ve şeytânî duygulardan arınmış kalpler üzerinden kaldırılır. Fânîlere bağlanan, nefsânî ve şey­tânî heveslerden arınmayan kalplerden ise perdeler kalkmaz. Dolayısıyla bu durumdaki kalpler, ilâhî sırları müşâhede edemezler. Kalp gözünden perdeler kaldırılan kişinin eline ise yeryüzü hazinelerinin anahtarları tevdî edilir. Ne var ki artık onun nazarında, moloz taşları ile inci-zümrüt taşları arasında bir fark yoktur.”

***

“Takvâ sahibi, Allâh’a kulluğu külfet addetmez. Zira ibadet, yani kulluk, artık onun tabiatı olmuştur. O, kendisine herhangi bir külfet gelmeksizin, hem zâhiri ile hem de bâtını ile Allâh’a kulluk eder…

Münâfığa gelince, o her hâlinde kendisini bir külfet içinde addeder. Bilhassa Allâh’a ibadet/kulluk esnâsında. Allâh’a ibadeti, bir külfet hâlinde ve zâhiren yapar. Fakat bâtınen onu terk eder. Müttakîlerin girdiği yere girmeye aslâ gücü yetmez…”

***

“Yazık sana ki Kur’ân’ı ezberliyorsun da onunla amel etmiyorsun! Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yolunu, ahlâkını, hadîs-i şerîflerini ezberliyorsun, fakat onlara uymuyorsun!.. Niçin böyle hareket ediyorsun?! Niçin halka nasihat ediyor, fakat kendin yapmıyorsun?! Niçin onları haramlardan men ediyor, fakat kendin kaçınmıyorsun?!.”

***

“Te’vil ve ruhsat yollarında dolaştığımız müddetçe kurtuluşa giden hiçbir netice elde edemeyiz. Himmet yok, gayret yok, kararlılık yok, azîmet yok, azîmet ehli yok… Bu yoklardan sonra ne var olabilir ki?!.”

***

“Ey Allâh’ın nîmetleri içinde yüzüp duranlar! Hani sizin şükrünüz? Ey nîmetlerini Allah’tan bilmeyip fânîlerden bilenler! Siz, kâh olur O’nun nîmetlerini başkasından bilir, kâh olur sırf kendinizden bilir, onlara kendi gücünüzle nâil olduğunuzu sanarak, aslında hiç de sahip olmadığınız birtakım güçlere mâlik bulunduğunuzu zannedersiniz. Hattâ kimi zaman, o nîmetleri Allâh’a karşı günah işlemekte kullanırsınız… (Bu nasıl kulluktur, nasıl şükürdür!?)”

***

“Ey gâfil! Sen, Allâh’ı ancak nîmet içinde bulunduğun zamanlar seversin. Belâ-musîbet geldiği an ise, sanki Allah senin dostun değilmiş gibi O’ndan kaçarsın.

Kişinin ne olduğu, imtihan sırasında ortaya çıkar. Eğer Allah’tan belâlar-musîbetler geldiği zaman, daha önceki hâlinde sâbit kalabiliyorsan, işte bu takdirde sen O’nu seviyorsun demektir. Yok eğer musibetler gelmeye başlayınca sende değişiklik oluyorsa, yalanın ortaya çıkmış olur. Daha önce kendinde var olduğunu iddiâ ettiğin Allah sevgisinin gerçekte var olmadığı anlaşılır ve o beyânın yıkılır gider.”

***

“Allâh’ın hakkınızdaki takdîri olarak başınıza gelenleri ötekine-berikine söyleyerek Allâh’ı onlara şikâyet eder duruma düşmeyin. Zira hiç şüphe yok ki böyle bir hareket, size daha çok belâlar getirir.

Siz, Allâh’ın mülkünde O’ndan şikâyetçi olmayın. Bilâkis, sessiz, sâkin ve mütevâzı olarak O’nun huzûrunda durun ve sizin için neler takdir ettiğini ve neler yapacağını sabırla bekleyin. Şerleri hayra tebdîl etmesine sevinin.”

***

“Tevbe et, Allah yoluna uymayan fiil ve hareketlerden vazgeç. Aynı zamanda, tevbende de sebât et. Mesele sadece tevbe etmek değildir. Sadece tevbe etmiş olmak, işi halletmez. Asıl mesele, tevbede sebât etmektir. Nitekim bir ağaç dikmekte esas olan da, ağacı dikmek değildir. Asıl mesele, dikilen ağacı büyütmek, meyve verir hâle getirmek ve dâimî bir sûrette güzel meyve vermesini temin etmektir.”

***

“Tevbe, dînin emrettiği amelleri işlemek sûretiyle uzuvlar temizlendikten sonra, kalp ile yapılacak bir ameldir. Tevbe, kalbin amellerindendir. Yani önce şerîatin emrettiği ameller işlenir ve işlenmeye devam edilir. Böylece kişinin uzuvları bu amellerle temizlenmiş olur. Bu arada kalp de günahlardan tevbe eder.”

***

“Zorluk ve güçlük gelince hemen günahlarınıza tevbe ediniz. Kendi kendinizi hesâba çekiniz. Şurası muhakkak ki, Aziz ve Celil olan Allah, kullarına aslâ haksızlık etmez, zulmetmez…”

***

“Ey oğul! Dünyadaki bütün himmet ve gayretin; yemek-içmek, giyinmek, evlenmek, güzel ve rahat evlerde oturmak, mal-mülk ve servet toplamaktan ibâret olmasın. Bütün bunlar, nefsin rağbet ettiği şeylerdir.

Öyleyse kalbe mahsus himmet ve gayret nedir? Kalbin himmet ve gayreti, Allâh’ı aramaktır. Onun rağbet edeceği yegâne şey budur. Senin himmet, gayret ve rağbet edeceğin şey, senin için en mühim olandır, sana ehemmiyet verendir, yani Allah Teâlâ’dır. O hâlde senin ehemmiyet verip rağbet edeceğin şey de, Rabbin ve O’nun nezdindeki olmalıdır.”

***

“Ey ahâlî! Allah’tan hakkıyla hayâ edin de gâfil olmayın. Ömürleriniz geçiyor, zamanınız tükeniyor. Yiyemeyeceğiniz, yemeye ömrünüzün yetmeyeceği mal-mülk ve servet toplamakla meşgulsünüz. Elde edemeyeceğiniz, ulaşamayacağınız şeyleri emel edinmekle meşgulsünüz. İçinde oturamayacağınız binalar yapmakla meşgulsünüz. Bütün bunlar, Rabbinizin huzûrundan sizi alıkoymasın!..”

***

“İnsanlarla hoş geçinmek ve dînin hudutlarını aşmamak şartıyla onlara muvâfakat etmek iyidir, mübârektir. Fakat bu muvâfakat ve hoş geçinme, eğer ilâhî hudutları aşarak ve Allâh’ın rızâsını çiğneyerek olursa, o zaman iyi değildir… Dînin hudutlarını çiğneme pahasına diğer insanlara muvâfakat etmek ve onlarla hoş geçinmek, kişiye hiçbir şeref kazandırmaz!..”

***

“Siz, ölmeden önce nefislerinizi, yani hevâî arzularınızı, şeytanlarınızı öldürmelisiniz. Size, bilinen ve herkese şâmil olan ölümden önce, husûsî ölüm gerek. Siz, rûhun bedenden ayrılması mânâsındaki ölümden önce, kendinizde mevcut bulunan kötü hasletleri öldürmelisiniz…”

***

“Nasıl ki nefs, izzet ve celâl sahibi Hakk’a karşı çıkıyor, O’na itaat etmiyorsa, aynen bunun gibi, sen de nefsinin arzularına râm olma, ona itaat etme! Nefsine karşı çıkıp onu dinlememe irâdesine sahip olduğun zaman, hak olmayan hususlarda başkalarını dinlememeye de muktedir olabilirsin.”

***

“Kim ki nefsine bir kadir-kıymet payı ayırırsa, bilsin ki bu takdirde kendisinin kadri-kıymeti yoktur!”

***

“Amelleriniz, hakkınızdaki en güzel şâhitlerinizdir. Allah, kullara aslâ zulmedici değildir. Azıcık iyi amele, çok mükâfat verir. Kötü huylardan sâlim-berî olan birine aslâ fâsid demez. Sâdık, dürüst, doğru birisini de aslâ yalancılıkla isimlendirmez…”

***

“Ey oğul! Gâfil kişilerle arkadaşlık etmen, sâlih kişiler hakkında seni sû-i zanna düşürür. Hep gaflete dalan kimselerle beraber oldukça, hayırlı ve sâlih kişiler seni de kötü biri olarak görürler. Ayrıca sen de, kendileriyle arkadaşlık etmiş olduğun gâfil kimselerin tesiriyle, sâlih ve hayırlı kişiler hakkında yanlış düşüncelere kapılabilirsin. Bu itibarla, şer ehliyle düşüp kalkma!”

***

“Menfaat düşünceleriyle dâimâ insanlara yönelmek, Cenâb-ı Hak’tan tamamen yüz çevirmek demektir. Kalbinden Allâh’a ortak yaptıklarını çıkarıp atmadıkça, sebeplere dayanıp güvenmekten sıyrılmadıkça, faydanın da zararın da insanlardan geldiği görüşünü terk etmedikçe, senin için kurtuluş yoktur…”

***

“İbrahim -aleyhisselâm- daha yola çıkmadan önce kendine dost edinmişti. Evden önce komşuyu bulmuştu. Yalnızlıktan önce arkadaşa sahip olmuştu. Hastalıktan önce ilâcı, belâdan önce sabrı, kazâ gelmeden rızâyı tedârik etmişti…

Yolunuzu İbrahim -aleyhisselâm-’dan öğrenin! Gerek sözlerinde, gerekse fiillerinde ona uyun!..”

***

“Her kap, içinde ne varsa dışarıya onu sızdırır. Senin amellerin; inançlarının delilleri, şâhitleri ve aynalarıdır. Dışın; içinin bir delilidir, şâhididir, aynasıdır… Zâhir, bâtının göstergesidir.”

***

“Büyük insanları yıkıp mahveden; ufak hatâlar, sürçmeler ve kaymalardır.

Zâhidleri mahveden, nefsânî-hevâî ihtiraslardır.

Hak erenlerini mahveden, halvet-yalnızlık anlarındaki kötü düşünceler, hatıra gelen kötü fikirlerdir.

Sadâkat ehlini mahveden, bir anlık kötülüklerdir.

Bu yüzden onların bütün meşgaleleri, kalplerini uygunsuz düşüncelerden muhafaza etmektir. Zira onlar, hükümdarın kapısında uyumaktadırlar…”


Abdülkadir Geylani Hazretlerinin Nasihatleri

Ey oğul! Sana takvâ gerek. Bu sebeple takvânın îcaplarını îfâya gayret et ki, kalbin iç düşmanlıklardan ve çirkin huylardan kurtulsun. Hayırla istikâmetlensin.

Ey oğul! Dünyâlık toplarken, gece odun toplayan fakat eline ne geldiğini bilmeyen kişi gibi olma. Eline geçen dünyâlığın helâl mi haram mı, meşrû mu yoksa gayr-i meşrû mu olduğuna dikkat et. Bütün fiillerinde tevhîd ve takvâ güneşi ile berâber ol.

Ey oğul! Kur’ân ile amel etmek, seni Kur’ân’ın mevkîine yükseltir; oraya oturtur. Sünnet ile amel etmek ise, seni Allâh’ın Rasûlü’ne yaklaştırır. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbî ve mânevî himmetiyle, Allah dostlarının kalbleri çevresinden bir an dahî ayrılmazsın. Allah dostlarının kalblerini güzelleştiren O'dur.

Ey oğul! Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise ihyâ eder. Lokma vardır seni dünya ile; lokma vardır seni âhiretle meşgul eder. Yine lokma vardır, seni dünyâ ve âhiretin Yaratan'ına rağbet ettirir.

Ey oğul! Nefsinle cihâd husûsunda sana yardım edenle arkadaş ol. Onun sohbetlerinde bulun. Nefsinin azmasına yardım edenle arkadaş olma. Önce kendi nefsinle meşgûl ol, kendi nefsine faydalı ol ve kendi nefsini düzelt. Sonra başkalarıyla meşgul ol. Başkalarını aydınlattığı hâlde kendini eritip bitiren mum gibi olma.

Ey Allah yolunda güzel ameller işlemek isteyen kişi! İhlâslı ol! Aksi hâlde, boşuna yorulmuş olursun.

İnsanları irşâd etmek, lafla değil, gönülden hâlis bir inanış ve iştiyâkla gerçekleşir. Yine bütün bunlar; halvet, ibâdet, zikir, riyâzât ve murâkabe ile alınacak netîcelerdir. Yoksa, şekilcilikten ve zâhirî gösterişten öteye geçmeyen ve rûha asla işlemeyen birtakım davranışlarla elde edilecek netîceler değildir. Bu sebeple, Allah yolunun yolcusunun dili ile kalbi, içi ile dışı, sözü ile özü bir olmalı ve aynı şeyi terennüm etmelidir. (Osman Nûri Topbaş, İmandan İhsâna Tasavvuf, Erkam Yayınları)


Abdülkadir Geylani Hazretlerinin Bazı Menkîbeleri

Şeytanın Hilesi

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri başından geçen bir hâli şöyle anlatmıştır:

“Birgün gözümün önünde bir nûr peydâ olmuş ve bütün ufku kaplamıştı. Bu nedir diye bakarken nûrdan bir ses geldi:

“–Ey Abdülkâdir, ben senin Rabbinim. Bugüne kadar yaptığın amel-i sâlihlerden öyle memnûnum ki, bundan sonra sana haramları helâl eyledim.” dedi.

Ancak hitap biter bitmez ben bu sesin sahibinin şeytan -aleyhi’l-la‘ne- olduğunu anladım ve:

“–Çekil git ey mel’un! Gösterdiğin nûr, benim için ebedî bir zulmetten başka bir şey değildir.” dedim.

Bunun üzerine şeytan:

“–Rabbinin sana ihsân ettiği hikmetle yine elimden kurtuldun! Hâlbuki ben bu şekilde yüzlerce kimseyi yoldan çıkarmıştım.” diyerek uzaklaştı.

Ellerimi ulu dergâha açtım; bunun, Rabbimin bir fazlı olduğu idrâki içinde Cenâb-ı Hakk’a şükürler eyledim.

Cemaatten bu hâli dinleyen birisi sordu:

“–Ey Abdülkâdir, onun şeytan olduğunu nereden anladın?”

Abdülkadir Geylânî -kuddise sirruh- cevap verdi:

“–Sana, haramları helâl kıldım, demesinden!...”
Elhamdülillâh!

Rivâyete göre Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin ticâret kervanını harâmîler soymuşlardı. Gelip bunu kendisine bildirdiler. Bir müddet sükût ettikten sonra:

“–Elhamdülillâh!” dedi.

Aradan az bir zaman geçmişti ki, yeni bir haber geldi:

“–Efendim! Kervanınız harâmîlerden kurtarıldı! Hiçbir zarar yok!”

Hazret-i Geylânî, yine bir müddet murâkabeye daldı ve tekrar:

“–Elhamdülillâh!” dedi.

Etrafındakiler, bu duruma şaşırdılar. Merakla sordular:

“–Efendim! Kervanın harâmîlerin eline geçtiğini duyunca «Elhamdülillâh» dediniz. Sonra onun kurtarıldığını işittiğinizde de yine «Elhamdülillâh» diyerek hamd ettiniz! Bunun hikmetini anlayamadık!..”

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, tebessümle şu cevabı verdi:

“–Kervanımın harâmîler tarafından gasp edildiğini duyunca gönlüme nazar ettim. Acabâ bir hüzün var mı, yani nazargâh-ı ilâhî olan kalbime dünya sevgisi bulaşmış mı diye kendimi yokladım. İçimde herhangi bir hüznün mevcut olmadığını görünce gönlümdeki Allah muhabbetinin dünya sevgisi ile zedelenmemiş olduğuna kanaat getirerek bu durumdan dolayı Cenâb-ı Allâh’a hamd ettim. Daha sonra kervanımın kurtarıldığı haberi gelince aynı şekilde hareket ederek bu defa kalbimde dünya malı dolayısıyla herhangi bir sevginin zuhûr edip etmediğine baktım. Böyle bir tehlikenin olmadığını müşâhede ile yine Rabbime hamd ettim...”
Anneme Yalan Söylemeyeceğime Dair Söz Verdim

Abdülkādir Geylânî Hazretleri’nin babası, kendisi küçükken ölmüştü. Annesiyle yalnız kalmışlardı. İlme çok iştiyâkı vardı. Bu sebeple devrin ilim şehri olan Bağdat’a gidip tahsil görmek istiyordu. Yalvara yalvara annesini râzı etti. Annesi, babasından kalan 40 altını elbisesinin altına dikip; “Bunlar babandan kaldı, ilim için harca. Aman evlâdım asla yalan söyleme!” dedi ve onu uğurladı.

Abdülkādir Geylânî Hazretleri’nin bulunduğu kervanın, yolunu eşkıyâ kesti. Herkesin nesi varsa aldıktan sonra ona da; “–Senin bir şeyin var mı?” diye sordular. O da;

“–Evet var. Elbisemin altında dikili 40 altınım var.” dedi.

Önce ciddiye almadılar. Fakat sonra baktılar ki doğru. Hayretle;

“–Niçin haber verdin? Sen söylemeseydin biz seni çocuk olduğun için aramayacaktık bile!” dediler.

Abdülkādir Geylânî Hazretleri;

“–Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemeyeceğime dair söz vermiştim. Kırk altın için sözümü hiç bozar mıyım?!.” dedi.

Bunun üzerine, çok duygulanan eşkıyâ reisi;

“–Bu küçük çocuk, günah olacak diye, annesinin sözünü yerine getiriyor. Hâlbuki biz devamlı olarak Rabbimiz’in emrine karşı geliyoruz. Gelin tevbe edelim.Şimdiye kadar eşkıyâlıkta sizin reisinizdim. Bundan sonra da doğru yola gelmenizde öncünüz olayım.” dedi. Hepsi de tevbe edip hidâyete erdiler.

İşte müstesnâ bir şahsiyetin hidâyete vesile oluşuna bir misal.
Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Yûsuf Hemedânî Hazretlerini Ziyareti

Muhterem Mahmud Sâmî Ramazanoğlu -kuddise sirruhhazretleri aşağıdaki menkıbeyi sık sık tekrar ederlerdi.

Bir gencin içinde Yûsuf Hemedânî hazretlerini ziyâret etmek, onun mânevî hâlinden istifâde etmek, hem de duâsını almak arzusu vardır.

Nihâyet kararını vermiş ve bu isteğini komşusu terziye açmıştı. O da, ben de gelmek isterim, sebebi ise kalbimde o zâta karşı bir tereddüt var. Bu zat hakîkaten Allah’ın dostu mu, değil mi, aslını öğrenmek isterim, dedi. O gâyenin tahakkuku için yola çıkmışlar ve bu esnada âlim bir kimse ile karşılaşmışlardı. Âlim sordu:

– Nereye gidiyorsunuz?

Onlar cevâben:

– Yûsuf Hemedânî isminde bir şahıs varmış, onu ziyârete gidiyoruz, dediler. Zâhirî âlim dedi ki:

– Ben de uzun zamandan beri, şu adamla karşılaşşıp soracağım suallerle, onu mahcup etmek isterdim, dedi. Üçü yola çıktılar, zâhirî hâlleri aynı, yani ziyâret... fakat niyetleri değişik.

Genç, temiz saf bir niyetle ziyâret etmek arzusundda. Terzi şüphesini gidermek niyetiyle ziyâret etmek arzusunda. Zâhirî âlim, hasedi sebebiyle, mahcup etmek niyetiyle ziyâret arsuzunda idi.

Nihâyet Allah dostunun bulunduğu yere gelmişler, ziyâretçi odasına kabul olunmuşlar ve oda kapısı da kapatılmış.
Bir müddet oturmuşlar, merak ve heyecanları artmış.

Odanın ortasında büyükçe bir post varmış. Kapı kapalı olduğu hâlde, Yûsuf Hemedânî hazretleri postun üzerinde zuhur edivermiş. Bir müddet sükût ettikten sonra evvelâ gence dönmüş ve şöyle hitap etmiş:

– Evlâdım elhamdülillah senin hem dünyan hem de âhiretin mâmur görünüyor, diyerek bu gence büyük teveccüh ve iltifat göstermiş. Bu temiz ruhlu genç istikbbalin meşhur Abdülkâdir Geylânî’si olacaktır.

İkinci defa kalbinde tereddüt bulunan terziye dönerek buyurdular ki:

– Senin imtihan gâyesi ile geldiğini biliyorum. Sen dünyada çok sıkıntılara mâruz kalacaksın. Fakat son demde îmanını kurtaracaksın. Üçüncü def’a da hüsn-i niyet sahibi olmayan mütekebbir âlime dönerek:

– Sen hem dünyada perişan olacaksın, hem de îmanını muhâfaza edemeyip, îmansız olarak öleceksin, buyurmuşlardır.


Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin Duâsı

Gavsü’l-Azam, Kutbu’r-Rabbanî Abdulkadir Geylânî kuddise sirruh Hazretlerinin aşağıdaki duası:

– Allah'ım bizi bize döndür. Bizi kapında durdur.

Allah'ım bizi, senin için sende ve seninle eyle. Bizi sana hizmetle bahtiyar eyle. Almamız da vermemiz de senin için olsun. İçimizi senden başkasının sevgisine mekan olmaktan temizle, nehyettiğin yerleri bize gösterme. Emrettiğin yerlerde bizi, bize kaybettirme. Zahirimizi (dışımızı) sana masiyetten (günah işlemekten), batınımızı (içimizi) da şirkten koru. Bizi nefislerimizin elinden al, kurtar sana ulaştır. Bütün fiil ve hareketlerimiz yalnız senin için olsun. Yalnız sana güvenelim, sana dayanalım. Senden başkasına aslâ güvenmeyelim, dayanmayalım. Senden gafil olma bedbahtlığından bizi uyandır. Bizi, sana taat, ibâdet, ve münacat elbiseleri ile giydir. Kalblerimize ve özlerimize sana yakınlık zevkini tattır. Nasıl ki gök, ile yer arasını ayırdı isen, günahlarla bizim aramızı da aynen öylece ayır. Bizi günahlardan uzak tut. Nasıl ki, gözün siyahı ile beyazının arasını biri birine yakın etti isen, aynen onun gibi, bizi de sana kulluğa, sana taate yakin et. Günahlarla bizim aramızı aç. Tıpkı, sana masiyet bahsinde, Yûsuf aleyhisselâm ile Züleyha’nın arasını açtığın gibi.

Allah'ım! Bizi gaflet uykusundan uyandır. Bizim kimimizi, kimimizden faydalandır. Bizi yalnız kendinle meşgul eyle. Ta ki nefislerimiz islah olsun. Nefislerimize sana gelen yolu göster. Ömrümüzün kalan kısmını, senin yolunda meşguliyetle geçirelim! Amin. (61. Sohbet)

Abdülkadir Geylani hazretlerinin yazmış olduğu pek çok kıymetli eserlerinden bazıları:


1) Günyet-üt-Talibin
2) Fütuh-ul-Gayb
3) Feth-ur- Rabbani
4) Füyuzat-ı Rabbaniyye
5) Hizb-ül-Besair
6) Cila-ül-Hatır
7) El-Mevahib-ur-Rahmaniyye
8) Yevakit-ül- Hikem
9) Melfuzat-ı Geylani
10) Divanu Gavsi'l A'zam





Signing of RasitTunca

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
Oku-1 Şeyh Es-Seyyid Aliyyül Hemedâni Kimdir? RasitTunca 0 101 11-18-2024, 03:36 PM
Son Yorum: RasitTunca
Oku-1 Seyyid Burhanettin Tirmizi RasitTunca 0 844 10-07-2022, 08:42 PM
Son Yorum: RasitTunca
Oku-1 Şeyh Seyyid Fevzeddin El-Hüseynî Kimdir? RasitTunca 0 1,490 01-25-2020, 09:11 AM
Son Yorum: RasitTunca
Oku-1 Gavs-ı Bilvanis Seyyid Abdûlhakîm El-Hüseynî Hazretleri Kimdir? RasitTunca 0 1,476 01-25-2020, 07:43 AM
Son Yorum: RasitTunca
Oku-1 Seyyid Ahmed er Rifai Kimdir? RasitTunca 0 1,370 01-24-2020, 09:37 PM
Son Yorum: RasitTunca
Oku-1 Menzil'in Sultanı Seyyid Muhammed Raşid Erol Kimdir? RasitTunca 0 2,411 06-21-2018, 03:20 AM
Son Yorum: RasitTunca
Oku-1 Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki Erol El Hüseyni (ks) Hazretleri Kimdir? RasitTunca 0 2,518 06-21-2018, 03:18 AM
Son Yorum: RasitTunca

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi