Thread Rating:
  • 290 Vote(s) - 3.1 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
İstanbul - islambol - Konstantiniyye - Konstantinopolis
#5



Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra bazı İstiklal Mahkemesi davaları
bu binada görüldü. Dönemin ünlü gazetecileri Hüseyin Cahit ( Yalçın),
İkdamcı Ahmet Cevdet ( Oran), Velid Ebüzziya’nın vatana hıyanet suçundan
yargıldandığı dava 15-31 Aralık 1923’te bu binada gerçekleşti.

1926 yılından itibaren Güzel Sanatlar Akademisi Cemile Sultan Sarayı’na
taşındı ancak saray, 1948 yılında çıkan bir yangından harap oldu. Sedat
Hakkı Eldem ve Mehmet Ali Handan tarafından hazırlanan proje
doğrultusunda yeniden inşa edilen saray, 1953 yılından itibaren Güzel
Sanatlar Akademisi’nin bir parçası olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Binanın, geçmişte Osmanlı Parlamentosu Meclis-i Mebusan Salonu ve
İstiklal Mahkemesi Salonu olarak kullanılmış olan salonu, günümüzde
Konferans Salonu olarak kullanılır



Çifte Saraylar’dan Tophane yönünde olan Münire Sultan’a tahsis edilmişti.

1882 yılında henüz 18 yaşında olan Münire Sultan’ın ölümünden sonra
saray, önce Abdülaziz’in kızı Saliha Sultan’a ( 1862-1941) sonra
Abdülmecit’in kız kardeşi Adile Sultan’a tahsis edildi. ( kimi
kaynaklarda önce Adile Sultan, Sonra Saliha Sultan’a geçtiği şeklinde
belirtilir). “Adile Sultan Sarayı” adıyla da anılan saray, Adile
Sultan’ın 1899’da ölümünden sonra Abdülaziz’in damadı Ahmet Zülküf
Paşa’ya geçti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra III. Kolordu Komutanlığı
karargahı olarak kullanılan bina daha sonra İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi ve kız lisesi olarak hizmet verdi.

Bina, 1969 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ne devredildi. Sedat Hakkı
Eldem’in projesi ile yeniden inşa edildi ve 1975 yılından itibaren 21
Kasım 1975’te öğrenime açıldı.

Feriye Sarayları

Feriye Sarayı ya da Feriye Sarayları İstanbul Boğazı kıyılarında
günümüzdeki Beşiktaş semtiyle Ortaköy semti arasında Çırağan Caddesi
boyunca uzanan Osmanlı saraylarının eski adıdır. Saraylar günümüzde
çeşitli kurumlar tarafından eğitim amacıyla kullanılmaktadır.

İstanbul Boğazı kıyılarında Osmanlı Hanedanı için yaptırılan ilk saray
Dolmabahçe Sarayı ve daha sonra yapılan Çırağan Sarayı Osmanlı ailesine
yetmeyince Çırağan Sarayı'yla Ortaköy Camii arasındaki kıyı şeridinde ek
binalar yaptırıldı. Balyan Ailesine üye mimarlar tarafından yapılan bu
binalara ikincil binalar ya da yan binalar anlamında Feriye Sarayları
adı verildi.

Deniz tarafında üç ana bina, bir cariyeler koğuşu ve iki katlı küçük bir
binadan oluşan yapılar topluluğunun arkasında, yol tarafında ek binalar
yer almaktadır. Bu saraylarda padişahın uygun gördüğü hanedan
mensupları ile kışlık dairesi bulunmayan kişiler otururdu. Saraylar
yaklaşık 3,000,000 m2 büyüklüğündedir.

30 Mayıs 1876 Darbesi ile tahttan indirilen Abdülaziz 4 gün Topkapı
Sarayı'nda kaldıktan sonra, kaldığı yerden hoşnut kalmadığı için Feriye
Sarayına nakledildi. Ancak Feriye Sarayına yerleştikten kısa bir süre
sonra kendi yaptırmış olduğu bu sarayda 4 Haziran 1876 günü bilekleri
kesilmiş olarak ölü bulundu. 3 Mart 1924 tarihinde Halifeliğin
kaldırılmasına kadar Osmanlı hanedanının çeşitli üyeleri bu saraylarda
yaşadı. Hanedan üyelerinin yurtdışı edilmeleri üzerine bir süre boş
kalan sarayların eğitim kurumları tarafında kullanılmasına karar
verildi. 1927 yılında binaların bir bölümüne Yüksek Denizcilik Okulu
yerleşti. Kabataş Erkek Lisesi de 1928-1929 öğretim yılında Feriye
Saraylarının diğer bir bölümüne taşındı. 1967 yılında Galatasaray
Lisesi'ne kız öğrenci alınınca Feriye Saraylarının bir kısmı lisenin kız
bölümü olarak kullanıldı. Binaların Ortaköy Camii'nin yakınındaki diğer
bir bölümü ise bakımsızlıktan uzun yıllar boş kaldı.

Günümüzde Kabataş Erkek Lisesi halen 1928 yılından beri kullandığı
binalarda öğretime devam etmektedir. Galatasaray Lisesi'nin kız bölümü
olarak kullanılan binalar 1992 yılından bu yana Galatasaray
Üniversitesi'nin ilk kısmı olarak kullanılmaktadır. 1981 yılında Yüksek
Denizcilik Okulu'nun Tuzla'ya taşınarak İstanbul Teknik Üniversitesi'nin
Denizcilik Fakültesi haline gelmesi üzerine boşaltılan binalarda 1982
yılından itibaren Ziya Kalkavan Anadolu Deniz Meslek Lisesi hizmet
vermeğe başladı. Sarayların bakımsız bir halde uzun yıllar boş kalan
diğer bir kısmı ise 1995 yılında Kabataş Eğitim Vakfı tarafından restore
edildikten sonra Feriye Lokantası olarak hizmete açıldı.

İbrahim Paşa Sarayı

İbrahim Paşa Sarayı, Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı ve ikinci veziri
olan Pargalı Damat İbrahim Paşa'ya ait İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda
bulunan saraydır. Daha önce At Meydanı Sarayı olarak bilinen yapı
İbrahim Paşa'nın Kanuni'nin kızkardeşi ile evlenmesinden sonra İbrahim
Paşa Sarayı olarak anılmaya başlanmıştır. Günümüzde Türk ve İslâm
Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır.

16. Yüzyıl Osmanlı sivil mimari örneklerinin en önemlilerinden olan
İbrahim Paşa Sarayı, Roma Dönemine uzanan tarihi hipodrum'un kademeleri
üzerinde yükselir. 18 yy. Osmanlı Tarihçisi Solakzade'ye göre sarayın
yapım tarihi tam olarak bilinmemekle beraber II. Bayezid dönemine denk
gelir. ( 1481-1512). Kanuni zamanında 1521'de tamirat gördüğü de
bilinmektedir. Tarihin Topkapı Sarayı'ndan daha büyük ve görkemli
olduğunu yazdığı İbrahim Paşa Sarayı, pek çok düğün, şenlik ve
kutlamanın yanı sıra, karışık dönemler ve isyanlara da sahne olmuş,
İbrahim Paşa'nın 1536'da söylentiye göre Hürrem sultan tarafından
boğdurulmasından ( padişah ailesinin kanının dökülmesi usul olarak edep
dışı olduğundan bu tip kişiler tarihte hep boğdurulmuşlardır.) sonra da
aynı adla anılmış, başka sadrazamlarca da kullanılmış, kışla, elçilik
sarayı, defterhane, mehterhane, dikimevi ve cezaevi gibi işlevler
yüklenmiştir.





Şile

Şile, İstanbul iline bağlı bir ilçedir. İlçede iskân çok eskiye dayanır.
Şile çevresinin tarih öncesinde ( Cilalı Taş Devri) iskan edildiğini
göstermektedir. Karadeniz sahil kesiminde yapılan tarih öncesine ilişkin
çalışmalarda, çeşitli yerlerde Paleolitik çağın muhtelif bölümlerine ve
özellikle Epi-Paleolitik döneme ait bir çok konak yeri ve işlik
saptanmıştır. Buluntu yerlerinin sayısındaki artıştan, buzul sonrası
dönemde ( yaklaşık M.Ö. 12000 ile 6000 arasında) Karadeniz kıyı şeridi
üzerinde önemli bir nüfus yoğunluğunun olduğu açıkça bellidir. Ayrıca
ilçede o dönem insanının yaşamı için elverişli çok sayıda mağara
bulunmaktadır.



Şile antik çağda iki defa istilaya uğramıştır. Birinci istila, eski
Yunanlıların Pers seferinden geri dönüşlerinde komutanları Xenophon
tarafından, ikincisi de kıyı şeridini takip ederek ilerleyen Roma
komutanı Lucullus tarafından gerçekleştirilmiştir. Roma döneminin izleri
hala Şile'de görülmektedir.



Doğu Roma İmparatoru Diokletianus zamanında ( 284-305), İnkese, Sofular
gibi Şile mağaraları ilk inanan Hristiyanlar için tabii korunaklar
olmuştur. Gürlek Mağarası Doğu Roma askerlerinin yakaladığı ilk inanan
Hristiyanları hapsettikleri bir cezaevi gibi kullanılmıştır.



Selçuklu Türkleri Kutalmışoğlu Süleyman Şah ile 1090 senesinde Şile'yi
ele geçirdiler. 1097 senesinde ise 1. Haçlı orduları Şile'yi
Selçuklulardan geri almıştır. Şile'nin geri alınması ancak Yıldırım
Bayezid döneminde mümkün olmuştur. Şile, I. Dünya Savaşı'na kadar 500
yıl boyunca Türkler'in yönetiminde rahat bir yaşam sürmüştür. Daha
sonra, İstanbul'un işgaliyle birlikte İngilizler'den cesaret alan Rumlar
Şile çevresine yerleşerek Dumlupınar Zaferine kadar işgallerini
sürdürmüşlerdir. 19. yy. Osmanlı kayıtlarına göre Şile kazası 1846'da
Zaptiye Müşirliği'ne bağlıydı. 1876'da şile kazasının Dersaadet
Şehremaneti'ne bağlandığı görülür. 1877 Devlet Salnamesinde ise Şile,
Zaptiye Nezaretine bağlı Üsküdar Mutasarrıflığına bağlıdır. 1924'de
bütün sancaklar ( mutasarrafflık) vilayet yapıldığında Şile'nin
Üsküdar'a bağlılığı devam etmiştir. 1926'da yapılan yeni düzenlemeyle
Üsküdar kaza haline getirilip İstanbul vilayetine bağlanınca Şile kazası
da Üsküdar'la aynı yapı içinde yer almıştır. Ayrıca Şile, Cumhuriyet'in
kuruluşu ile oluşturulan ilk belediyelerden biridir.

Ağva

Ağva, Latince "iki dere arasına kurulmuş köy" ve "su" anlamına geliyor.
İstanbul'un kuzeyinde, Göksu ve Yeşilçay derelerinin ortasında
İstanbul'un Şile İlçesine bağlı bir sahil kasabası. Göksu ve Yeşilçay
dereleri Ağva'dan geçip Karadeniz'e dökülüyor. Yeşilçay balıkçı
teknelerinin mekânı. Göksu kıyısında ise oteller var. Derelerde kano
veya deniz bisikleti ile gezinti yapılabiliyor. Motorlu teknelerle
birkaç saatlik gezintiler organize edilebiliyor. 12 km. uzaktaki Hacıllı
köyü, mağara ve şelaleleri ile ünlü. Kilimli ve Kadırga koyları,
yürüyüş için çok elverişli. 4 mevsim gidilebilecek bir belde Ağva. 3 km
uzunluğundaki altın sarısı, ince kumlu, pırıl pırıl Ağva sahili
görülmeye değer. Yerleşim, sahilden uzakta, çam ağaçlarının arkasında
olduğu için deniz ve sahil her zaman tertemiz. Ağva'ya sadece 10-15
dakika mesafede bulunan ve Kandıra yolundan sapılarak gidilen Kadırga ve
Kimlikli Koyları'nda piknik yapabilir, denize girebilirsiniz. Ayrıca
sadece denizden ulaşılabilen minik koylar da var Ağva'da. Teke yolu
üzerinde bulunan şelale Ağva'ya sadece 5 km uzaklıkta. Ağva'nın açık
hava müzesi, denizden bakınca bembeyaz duvaklı bir gelini andırırken,
Gelin Kayası da karadan bakınca bir ördeği andırıyor. Motorlu bir tekne
tutup kıyıyı takip ederek bu güzel yerleri yakından izleyebilirsiniz.
Kış aylarında yörenin özel mekânlarında, şömine başında dost sohbetleri
bir ömre bedel oluyor. Bahar aylarının güzellikleri ise tarif etmekle
anlatılmaz. Çünkü bahar aylarında doğanın bütün renklerini Ağva'da
görebilirsiniz, büyüleyici bir manzara oluşuyor. Ağva, balık tutmak
isteyenler için de oldukça bereketli bir yer. İki dere ve deniz,
balıkçıların oltalarını hiç boş bırakmıyor. Kaplumbağa, ceylan, kurt,
çakal, yaban domuzu, tilki, sincap, birçok kuş türü özellikle
yalıçapkını barındıran Ağva avlanmaya da çok uygun. Temiz havayı buram
buram solumak, romatizma hastalıklarına iyi geldiği söylenen şifalı
kumsalında yürümek de Ağva'nın farklı güzellikleri. Dere kenarında,
ağaçlar altında minderlerde oturabilir, ırmaklarda kanoyla ve deniz
bisikletleriyle gezebilir, bungalov evlerde kuş sesleri arasında
dinlenebilirsiniz... İstanbul'a en yakın ama şehrin karmaşasından bir o
kadar uzak cennet Ağva, siz doğaseverleri bekliyor.

şile Feneri

Şile Feneri, İstanbul'un Şile ilçesinde bulunan ve İstanbul Boğazı ile
Karadeniz'e hizmet veren deniz feneridir. Türkiye'nin en büyük, dünyanın
da ikinci büyük feneridir.

Karadeniz'deki kıyı emniyetini sağlayan iki fenerden biri olan Şile
Feneri, diğer büyük fenerler gibi, Osmanlı İmparatorluğu zamanında 1859
yılında yaptırılmış. Fener deniz seviyesinden 60 metre yükseklikteki
kayalıklar üzerinde 110 cm. kalınlığında kule şeklinde inşa edilmiş. 20
deniz mili görüş mesafesine sahip olan, kurmal sistemli fener, ilk
dönemlerde 3 fitilli gaz lambası ile çalışırken, 1968 yılında elektrikle
çalışmaya başlamıştır. Bugün aktif olarak çalışmakta olan fenerin bina
ve bahçe bölümü müze olarak da hizmet vermektedir.

Saklı Cennet - Saklı Göl

Şile ilçesi yakınlarında karamandere köyü sınırlarında yer alan küçük
bir sulama göletidir. Saklı Cennet gölü yada Saklı Göl, Karamandere
göleti isimleri ile tanınmaktadır. DSI tarafında civarında bulunan tarım
arazilerini sulama amaçlı yapılmış olan gölet, çevresindeki orman
dokusu ile doğa severlerinde önemli uğrak yerlerinden bir tanesidir.
Gölet ve çevresi ziyaretçilerine; yürüyüş yapmak, balık tutmak, piknik
yapmak gibi keyifli imkanlar sunmaktadır.

Polonezköy

Polonezköy, İstanbul'un Beykoz ilçesinde yer alan, eski adı Adampol
olan, ünlü bir Polak köyüdür. Polonezköy 1830 Polonya Ayaklanması
sırasında hükümet başkanı, daha sonra da Polonyalı sürgünlerin siyasî
lideri olan Prens Adam Czartoryski tarafından 1842 yılında kuruldu.
Köyün adı kurucusunun adı olan Adam’dan dolayı Adamköy ( Lehçe: Adampol)
olarak türetilmiştir. Köyün bulunduğu arazi, 1830'lu yıllarda Saint
Benoit Fransız Lisesi'ni yönetmekte olan Lazarist rahipler tarafından
çiftlik olarak düzenlenmişti. O zamanlar Polonyalıların siyasi göçünün
merkezi Paris’ti. Prens Adam Czartoryski’nin amacı ise, ikinci bir
siyasi merkezini Osmanlı Devleti sınırları içinde kurmaktı. Bu amaçla
Michal Czajkowski’yi temsilcisi sıfatıyla Osmanlı Devleti’ne gönderdi.
İstanbul’a geldikten sonra 1850 yılında İslamiyet’i kabul ederek Mehmed
Sadık Paşa adını alan Czajkowski, Osmanlı Devleti’nde faaliyet gösteren
Lazaryen rahiplerden gelecekte Adampol’un kurulacağı ormanlık bir
araziyi satın aldı. İlk başta ancak 12 kişinin oturduğu köye sonraki
yıllarda en çok geliştiği dönemde 220 sakin yerleşti. Yıllar geçtikçe
Polonezkoy/Adampol gelişti, köyün nüfusu 1830 Polonya Ayaklanması ve
1853 Kırım Savaşına katılan askerlerin yanı sıra Sibirya sürgünü ve
Çerkes esaretinden kaçan Polonyalılarla arttı. İlk Polonezkoy sakinleri
çiftçilik, hayvancılık ve ormancılıkla meşguldü. Daha II. Dünya Savaşı
öncesinden başlayarak ilk tatilciler Polonezköy’e gelmeye başladı. 1938
yılında Polonezkoy sakinleri T.C. vatandaşlığına kabul edildiler. 1968
yılında Polonezkoy sakinleri işledikleri topraklar üzerinde tapu hakkına
sahip oldular. Öte yandan, Czartoryski ailesinin vârisleri ise
Polonezköylüler lehine iyelik haklarından vazgeçtiler.



Miniatürk

Miniatürk ya da Minyatür Türkiye Park, Türkiye'deki çeşitli yapıtların
maketlerinin sergilendiği 60.000 metrekareyle dünyanın en geniş alana
kurulmuş minyatür parkıdır. Miniatürk, Haliç kıyısında bulunan eski bir
park alanına kurulmuştur. 30 Haziran 2001 tarihinde temeli atılan
Miniatürk, 2 Mayıs 2003 tarihinde ziyarete açılmıştır. Parkta şu anda
105 yapıt sergilenmektedir. Bunlar, Türkiye'den seçilmiş tarihi binalar
ve yapı topluluklarıdır. Parkın ( girişe göre) sol üst bölümünde
dünyadan birkaç yapıya da yer verilmiştir. Günümüzde ayakta olmayan
Artemis Tapınağı, Halikarnas Mozolesi gibi bazı yapılar o günkü tahmini
görünümlerine göre yapılmışlardır.

Pierre Loti

Eyüp Sultan Camii'nin yanındaki mezarlıkların arasından upuzun
merdivenleri tırmanmaya başlarken, bir yandan Haliç'i seyrediyor, bir
yandan da ortamın yaydığı mistik huzuru soluyorsunuz. Yolun sonunda
karşınıza tarihi Pierre Loti Kahvesi çıkıyor. Birkaç yüz yıllık geçmişe
sahip kahve eşsiz manzarasıyla sizi alıp eski zamanlara, Cenevizlilere,
Osmanlılara götürüyor.. 19. yüzyılın sonlarına kadar Rabia Kadın
Kahvehanesi olarak bilinen, Fransız yazar Pierre Loti kahveyi mekan
tutmaya başladıktan sonra Pierre Loti Kahvesi olarak anılan kahve,
yıllardır aşıkların, kendisiyle buluşmak ve şehirden kaçarak spritüel
bir huzur solumak isteyenlerin durağı. Pierre Loti, 1850-1923 yılları
arasında yaşamış ünlü Fransız yazar ve oryantalist. Deniz subayı olan
Loti, Türkiye'ye ilk kez 1876 yılında gelmiş ve bir yıl kalmış. Eyüp
sırtlarındaki tarihi kahveyi de o yıllarda keşfetmiş. Haliç'in büyüsü mü
bilinmez ama, Pierre Loti'yi oraya çeken bir diğer unsur da Aziyade
ismindeki evli bir Osmanlı hanımıymış.

Fransa'da evli olduğu söylenen Pierre Loti ile Aziyade arasında büyük
bir aşk olduğu yıllarca efsane gibi dilden dile aktarılmış. Pierre Loti
aynı isimli romanında Aziyade'ye olan aşkını gizlememiş. İşte o gün
bugündür kahvenin adı Pierre Loti olarak anılmış. Kahvenin bulunduğu
tepeye de Loti'nin anısı Pierre Loti Tepesi adı verilmiş..

Fatih Camii ve Türbesi

Fatih Camii ve Külliyesi, İstanbul'un Fatih ilçesinde Fatih Sultan
Mehmed tarafından yaptırılmış olan cami ve külliyedir. Külliye 16 adet
medrese, darüşşifa ( hastane), tabhane ( konukevi) imarethane ( aşevi),
kütüphane ve hamam bulunmaktadır. Şehrin yedi tepesinden birinde inşa
edilmiştir. Cami 1766 depreminde yıkıldıktan sonra onarılarak 1771'de
bugünkü halini almıştır. 1999 Gölcük Depreminde zemininde kaymalar
tespit edilen camide 2008 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
zemin güçlendirme ve restorasyon çalışmalarına başlandı ve bu nedenle
kısmi olarak ibadete açıktır.

Eyüp Sultan Camii

Eyüp Sultan Camii, İstanbul'da Eyüp semtinde Haliç kıyısında bulunur.
Cami olmasının ötesinde kutsal bir ziyaret yeridir.Eyüp Sultan Camii
dikdörtgen planda, mihrabı çıkıntılıdır. Merkez kubbe altı sütun ve iki
filayağına müstenit kemerlere yaslanır, etrafında yarım kubbe, ortasında
Eyüp Sultan türbesi, sandukasının ayak ucunda bir pınar, avlu ortasında
asırlık bir çınar bulunmaktadır.

Koç Müzesi

Rahmi M. Koç Müzesi Türkiye'de Ulaşım, Endüstri ve İletişim tarihine
adanmış ilk önemli müzedir. Haliç'in kıyısında, endüstriyel arkeolojinin
önde gelen örneklerinden olan muhteşem binalar içinde yer alan
koleksiyonu gramofon iğnesinden gerçek boyutlarda gemilere ve uçaklara
kadar uzanan binlerce objeyi içermektedir. Müze, konumu, bulunduğu
tarihi mekan ve İstanbul'un her iki yakasına da yakın oluşuyla oldukça
iddialıdır. Müzenin dünya çapındaki beğenisi, bünyesindeki yetenekli
mühendisler ve zanaatkarlar tarafından yaratılmış, insanoğlunun dehasını
ve çalışkanlığını yansıtan objelerden kaynaklanmaktadır.

Süleymaniye Camii

Süleymaniye Camii, I. Süleyman adına 1551-1557 yılları arasında
İstanbul'da Mimar Sinan tarafından inşa edilen camidir. Mimar Sinan'ın
kalfalık devri eseri olarak nitelendirilen Süleymaniye Camii,
medreseler, kütüphane, hastane, sıbyan mektebi, hamam, imaret, hazire ve
dükkânlardan oluşan Süleymaniye Külliyesi'nin bir parçası olarak inşa
edilmiştir.

Süleymaniye Camii Klasik Osmanlı Mimarisinin en önemli örneklerinden
biridir.Yapımından günümüze dek İstanbul'da yüzü aşkın deprem
gerçekleşmesine karşın, caminin duvarlarında en ufak bir çatlak
oluşmamıştır. Dört fil ayağı üzerine oturan caminin kubbesi 53 m.
yüksekliğinde ve 27,5 m çapındadır. Bu ana kubbe, Ayasofya'da da
görüldüğü gibi, iki yarım kubbe ile desteklenmektedir. Kubbe kasnağında
32 pencere bulunmaktadır. Cami avlusunun dört köşesinde birer minare
bulunmaktadır. Bu minarelerin camiye bitişik iki tanesi üçer şerefeli ve
76 m. yüksekliğinde, cami avlusunun kuzey köşesinde soncemaat yeri
giriş cephesi duvarının köşesinde bulunan diğer iki minare ise ikişer
şerefeli ve 56 m. yüksekliğindedir. Cami, içindeki kandil islerini
temizleyecek hava akımına uygun inşa edilmiştir.Yani cami içinde, yağ
lambalarından çıkan islerin tek bir noktada toplanmasını sağlayan bir
hava akımı yaratacak şekilde inşa edilmiştir. Camiden çıkan isler ana
giriş kapısının üzerindeki odada toplanmış ve bu isler mürekkep
yapımında kullanılmıştır. Fil ayağı destekli ana ve destek kubbeleri 28
revakın çevrelediği cami avlusunun ortasında dikdörtgen şeklinde bir
şadırvan bulunmaktadır. Caminin kıble tarafında içinde Kanuni Sultan
Süleyman'ın ve eşi Hürrem Sultan'ın bulunduğu bir hazire mevcuttur.
Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesinin kubbesi yıldızlarla donanmış
gökyüzü imajını vermesi için, içeriden, metalik plakalar arasına
yerleştirilmiş pırlantalarla ( elmaslarla) süslenmiştir.





------------------------

İstanbul ile İlgili Bilmeniz Gereken 22 Bilgi



Bu yazıda sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da en büyük ve en önemli
şehirlerinden biri olan İstanbul ile ilgili bilgileri derledik.



İstanbul, milattan önce 630 yılında Megaralılar tarafından, bugünkü
Sarayburnu civarında kuruldu. Megaralılar Yunanistan’dan göçerek gelen
bir topluluktu.

İstanbul, milattan sonra 330 yılında Roma İmparatorluğu’nun başkenti
oldu. Şehrin ismi Kalkedon’du. Roma İmparatoru Birinci Konstantinus,
şehrin adını Konsantinapolis’e çevirdi.

Roma İmparatoru, gökteki 5 gezegen, güneş ve ay gereği şehrin 7
tepede kurulmasını emretti. Bu nedenle İstanbul “7 tepeli şehir” olarak
anılır.

İstanbul’un fethi sırasında Osmanlı gemileri Dolmabahçe’den karaya
çıkarıldı. Yağlı kazıklar üzerinde yürütüldü ve Kasımpaşa’dan Haliç’e
indirildi.



İSTANBUL’UN NÜFUSU



Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiğinde dünyada henüz Amerika, Avustralya ve Antartika kıtaları keşfedilmemişti.

Fetihten önce İstanbul’un nüfusu 50 bindi. 1455’de yapılan nüfus sayımına göre ise şehir 100 bin kişiye ulaştı.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, 2013 sonu itibarıyla
Türkiye’nin nüfusu 76 milyon 677 bin kişi. Bunun yüzde 18 buçuğu, yani
14 milyon 160 bin kişi İstanbul’da yaşıyor.

İstanbul’un nüfusu, aralarında Yunanistan, Portekiz, İsveç, Tunus, Avusturya gibi ülkelerin olduğu 130 ülkeden daha fazla.

İstanbul’da yaşayanların yüzde 65’inin evi Avrupa kıtasında, yüzde 35’inin evi Asya kıtasında.

İstanbul’da yaşayanlar arasında ilk sırada 736 bin kişiyle
Sivaslılar var. Onları 548 bin kişiyle Kastamonulular takip ediyor..
Üçüncü sırada ise 500 bin kişiyle Ordulular var.

İstanbul Üniversitesi, şehrin fethedildiği yıl, yani 1453’te kuruldu.



İSMİ NEREDEN GELİYOR



İstanbul’un isminin nereden geldiği tartışmalı bir konu. En kabul
gören iddialardan birine göre şehrin ismi, Rumca ‘Stinpolis’ten geliyor.
Bunun anlamı ise, “şehre doğru” demek.

Osmanlı döneminde şehrin resmi ismi yoktu. Halk arasında, Konsantiniyye, Dersaadet, Asitane gibi isimlerle anılıyordu.

İstanbul ismi resmi olarak Cumhuriyet’in ilanından sonra kabul edildi.

İstanbul’da bugüne kadar kaydedilen en yüksek sıcaklık 40 buçuk derece, en düşük sıcaklık ise eksi 16 derece.

İstanbul’un eski camisi Karaköy’deki Arap Camii. Şu an 1300 yaşında
olan cami, Şehri işgale gelen Araplar tarafından yapıldı.

Osmanlı döneminde yapılan ilk cami ise 1458 tarihli Eyüp Sultan Camisi.

İstanbul’daki en büyük ahşap yapı Büyükada`nın en yüksek yerinde olan Rum Yetimhanesi.

İstanbul’un 39 ilçesi var. 2014 yılında yapılan yerel seçimlerde
ilçe belediyelerinin 25’ini(BibBiiiiiib partisi14’ünü CHP kazandı.



İLGİNÇ SOKAKLAR



İstanbul’da binlerce sokak olunca bazılarının ilginç isimlere sahip
olması tabii kaçınılmaz. İşte bazıları: Merkep Bağırtan Sokağı, Yürek
Yakan Sokağı, Bağrıyanık Sokağı, Ahım Şahım Sokağı ve Güzel Çalgıcı
Sokağı.

İstanbul’la ilgili pek çok şehir efsanesi var. Bunlardan en ünlüsüne
göre Haliç’in dibi altınla dolu ve zamanında Japonlar sırf bu altınları
alabilmek için Haliç’i bedavaya temizlemek istemiş.

Bir diğer şehir efsanesine göre ise, İstanbul’un altı labirent gibi
yüzlerce tünelle kaplı. Hatta Sarayburnu’ndan Kınalıada’ya kadar uzanan
bir yeraltı tüneli olduğu bile iddia ediliyor.





-----------------------------



İSTANBUL HAKKINDA İLGİNÇ BİLGİLER,BİLİNMEYENLER



-İnanılmaz bir kültürel ve mimari mirasa sahip olan İstanbul şehri 2000 yıllık bir geçmişe sahiptir.



-İstanbul, Dünya'nın iki kıtasında, Avrupa ve Asya'da bulunan ve kıtaları birleştiren tek kenttir.



-13.9 milyonluk bir nüfusa sahip olan İstanbul, Avrupa'nın en büyük
kentsel topluluklarından biridir. Ve nüfus itibariyle şehir sınırları
içerisinde Dünya'nın 2. en büyük kentidir.



-İstanbul, Türkiye'nin en fazla camiiye sahip olan şehridir. Tarihi
Sultanahmet Camii ve Süleymaniye Camii dahil olmak üzere 3.113 camiye
sahiptir.



-Binlerce yıllık tarihinde Roma, Bizans ve Osmanlı olmak üzere üç büyük
imparatorluğun başkenti olmuştur. Ancak Türkiye'nin modern başkenti
Ankara'dır.



-İstanbul, Dünya'nın en hızlı büyüyen turizm merkezidir. MasterCard
Worldwide Index'in Dünya turizminde yaptığı bir araştırmaya göre
İstanbul 2011 yılında ziyaretçi sayısı bakımından New York ve
Amsterdam'ı geçmiştir.2012 yılında 9.5 milyon kişi tarafından ziyaret
edilmiş. Ve 2013 yılında İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından
yapılan açıklamaya göre 10.474.867 ziyaretçi tarafından ziyaret
edilmiştir.



-İstanbul'un ünlü tarihi mekanlarının çoğunun bulunduğu yer Sultanahmet'tir.



-537'de Ortodoks Hıristiyan bir katedral olarak inşa edilen Ayasofya,
1453'ten sonra Osmanlı yönetiminde bir camiye dönüştürülmüştür. 1935'te
modern Türkiye'nin kuruluşundan sonra bir müze haline gelmiş. 1520'de
Sevilla Katedrali'nin tamamlanmasından önce Aya Sofya yaklaşık 900 yıl
boyunca Dünya'nın en büyük kilisesi olmuştur. Yılda 3 milyondan fazla
turist Aya Sofya'yı ziyaret etmektedir.



-Türkiye'nin en eski spor kulübü İstanbul'da olup, Beşiktaş J.K. 1903 yılında Türkiye'nin ilk resmi spor kulübüdür.



-İstanbul, Brookings Enstitüsü tarafından yayımlanan bir rapora göre en
hızlı büyüyen metropol ekonomileri arasında 7. sırada yer aldı.



-573 metre uzunluğundaki Dünya'nın 3. en eski metro İstanbul'da. 1875
yılında Londra'daki ve New York'taki sırasıyla 1863 ve 1868 yıllarında
inşa edilmiştir.



-1461'den beri faaliyet gösteren Kapalıçarşı, 60 cadde ve 5,000 dükkân
ile dünyanın en eski ve en büyük kapalı pazarlarından biridir. Günlük
250.000 ve 400.000 ziyaretçi burayı gezmektedir.



-İstanbul, ülkenin ekonomik, kültürel ve tarihi kalbini oluşturmaktadır.
Ticari ve tarihi merkezi Avrupa'da, nüfusunun üçte biri Asya'da
yaşıyor.



-1987 yılında İstanbul'da açılan Galleria Ataköy, çağdaş alışveriş merkezleri çağını Türkiye'de başlatmıştır.



-İstanbul, tarihi deniz ürünleri restoranlarıyla ünlüdür. Marmara
Denizi'ndeki sadece Kumkapı semtinde 50 balık lokantası bulunuyor.
Kentin restoranlarının çoğu Boğaz kıyılarında yer alıyor.



-1930'dan sonra İstanbul ismini yaygınlaştırmak için Constantinople'e gönderilen postalar teslim edilmemiştir.



-İstanbul'a bağlı olan prens adalarının sayıları 9 olup,araba bulunmayan adalardır.Şehir hayatından uzaklaşmak için birebirdir.



-İstanbul;Paris, New York, Roma ve Londra'nın önünde milyonlarca
tatilcinin oy verdiği 2014 Travellers Choice ödülünün Dünya'daki en çok
oy alan şehridir.



-İstanbul'da 237 hamam var. Ancak bunların sadece 60'ı halen
kullanılmaktadır. İstanbul'un en eski ve en büyük hamamı, 15. yüzyılın
ikinci yarısından kalma Tahtakale Hamamı'dır.



-İstanbul her biri imparatorluk camileri ile bezenmiş yedi tepe ile karakterize edilebilir.



-Agatha Christie'nin ünlü romanı "Orient Express'te Cinayet" İstanbul'da
Pera Palas Otel'de yazılmıştır. Orient Express treni, Paris ve
Konstantinopol ( İstanbul) arasında 1883-1977 yılları arasında yolculuk
ediyor.



-İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu döneminde şehir etrafında 1400 kamu tuvaletine sahipken, Avrupa'nın geri kalanında bu yoktu.



-Haliç, İstanbul'un Avrupa yakasını farklı ilçelere ayırır.



-Nargile,İstanbul sosyal hayatının önemli bir parçası olup,yerel halkla popülerliğini sürdürmektedir.



-Savaş esirlerini tutmak için 1348 yılında inşa edilen Galata Kulesi,
bugün şehrin 360 derecelik bir görüş alanıyla görülmesini sağlıyor.



-İstanbul'un gece hayatı mekanlarının çoğu Beyoğlu, İstiklal Caddesi ve Taksim Meydanı'ndan oluşan Galata semtinde görülür.



-İstanbul, geçmişte Bizans, Konstantinopolis, Stamboul ve Çarigrad'ın da aralarında bulunduğu birkaç farklı isme sahipti.



-İstanbul'a gelen ziyaretçilerin çoğu Almanya, Rusya, Fransa, İngiltere, Hollanda, İtalya ve İran'dandır.



-Mahmutpaşa Çarşısı, İstanbul'un 1660 yılından bu yana en büyük baharat pazarıdır.



-İstanbul, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçildi, ancak Olimpiyatlara ev sahipliği yapmadı.





--------------------



İstanbul'un daha önceki 8 ismi


Yenikapı'da bulunan kalıntılarla tarihi 8500 yıl önceye dayanan ve
''dünya üzerinde 3 imparatorluğa başkentlik eden tek şehir'' olan
İstanbul, tarihi boyunca değişik isimlerle anıldı.



Osmanlı İmparatorluğu, 1004 yıl ''Byzantion'', 1116 yıl da
''Konstantinopolis'' olarak adlandırılan şehri fethettikten sonra
isminin ne olacağı konusunda tartışmaya girmedi. Osmanlı döneminde
''Konstantiniyye'', ''Stanpolis'', ''Dersaadet'', ''Asitane'',
''Darülhilafe'' ve ''Makarrı Saltanat'' olarak da adlandırılan şehrin
adı Cumhuriyet'in ilanından sonra ''İstanbul'' olarak kabul edildi.



AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, Yenikapı'da bulunan kalıntılarla
tarihi 8500 yıl önceye dayanan şehre, MÖ 667'de Antik Yunanistan'daki
Megara'dan gelen Dorlu Yunanlı yerleşimciler bir koloni kurdu ve yeni
koloniye kralları Byzas şerefine ''Byzantion'' adını verdi.



Kente, 330 yılında Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan edilince Latince
''Yeni Roma'' anlamına gelen ''Nova Roma'' adı konuldu, ama bu isim çok
benimsenmedi. 337 yılında İmparator I. Konstantin'in ölümüyle kentin
adı onun şerefine ''Konstantin'in kenti'' anlamına gelen
''Konstantinopolis''e çevrildi. Konstantinopolis, Bizans İmparatorluğu
boyunca kentin resmi adı olarak kaldı.



Osmanlı İmparatorluğu 1004 yıl ''Byzantion'', 1116 yıl da
''Konstantinopolis'' olarak adlandırılan şehri fethettikten sonra isim
kavgasına girmedi.



Ayasofya Müzesi Başkanı ve tarihçi Haluk Dursun, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethinden sonra bir sürü
ismi olduğunu belirterek, bazı resmi isimlerin çok az kullanıldığını,
bazılarının ise halk tarafından benimsendiğini söyledi.



Osmanlı padişahlarının asla isim üzerine takılıp kalmadığını vurgulayan
Dursun, ''Bunun bir istisnası var. Sultan 3. Mustafa hattı
hümayunlarında özellikle 'İslam şehri' anlamına gelen İslambol'u
kullanıyor'' dedi.



Dursun, Osmanlı döneminde en çok kullanılan ismin Konstantinopolis'in
Arap diline çevrilen şekli ''Konstantiniyye'' olduğunu belirterek, halk
arasında mutluluk şehri anlamına gelen ''Dersaadet'' ve büyük dergah
anlamında ''Asitane''nin çok kullanıldığını kaydetti.



Kelimenin kökeni



''İstanbul'' kelimesinin kökeni olan ''Stinpolis''nin Rumca ve ''şehre
doğru'' kelimelerinin bozulmuş hali olduğunu ifade eden Dursun, şöyle
konuştu:



''Şehir denilince akla, surun içindeki İstanbul geliyor. Bana göre
İstanbul'un adının nereden geldiğinden İstanbul'un neresi olduğu daha
önemli. O dönemde surun içindeki bölümün dışındaki yerlere asla İstanbul
demiyorlar. Şu anda en çok karıştırılan ve en çok yapılan ortak hata
bu. Eyüp'ü, nefsi İstanbul'dan ayırıyor, karşı denildiği zaman akla asla
Kadıköy değil, Galata geliyor. Karşıya geçmek denildiği zaman
Karaköy'den Galata'ya, Galata'dan Kuledibi'ne bir hat var. Taksim daha
yok, bir de Üsküdar var. Bunun dışında mevsimlik olarak kullanılan
Adalar ve Boğaziçi'ndeki köyler var. Yani Boğaziçi, İstanbul sayılmıyor.
Halk içinde Şeher'dir. 'İstanbul'a gideceğim' denildiği zaman surun
içini kasteder ve ayırır. Kadıköy'deki birisi 'Bugün İstanbul'a
gideceğim', Taksim'deki birisi 'Bugün İstanbul'a ineceğim' der. Bunları
daha önemli görüyorum.''



Osmanlı saatinde Konstantinopolis yazılı



Osmanlı padişahı 2. Abdülhamit dönemine ait bir cep saatinin içindeki
''Konstantinopolis'' yazısını gösteren Dursun, ''Bu dönem milli
hassasiyetin en yüksek olduğu dönemdir. Ama saatlerinde Konstantinopolis
yazılı'' diye konuştu.



Haluk Dursun, Osmanlı devletinin resmi yazışmalarında hilafetin merkezi
anlamında ''Darülhilafe'' ve saltanatın merkezi anlamında ''Makarrı
Saltanat'' isimlerini kullandığını dile getirerek, ''Bu da çok uygun.
Osmanlı doğrudan o kavgaya girmiyor, fonksiyonundan bir şehri
tanımlıyor. Burası kim ne derse desin, ister Konstantinopolis desin,
ister Konstantiniyye desin Darülhilafe'dir. Burası kim ne derse desin
Makarr-ı Saltanat'tır. Bu Osmanlı'nın hoşgörüsünü ve bütün bu
tartışmaların üzerinde kendine güvenen bir devlet olduğunu ortaya
koyuyor'' ifadesini kullandı.



İstanbul mu, Istanbul mu?



İstanbul adının ''I'' veya ''İ'' harfi ile başlaması konusunda da bir
tartışma bulunduğunu ve İstanbul'un da iki farklı yazılış şekli olduğunu
belirten Dursun, ''I'' harfi ile yazılan İstanbul'un, İstanbul
Türkçesi'nde daha çok kullanıldığını söyledi. Dursun bu durumda bir
İstanbul bir de Istanbul olduğunu kaydetti.



Doğrusunun hangi kelime olduğu üzerinde durmadığını vurgulayan Dursun,
''Sadece şehrin, tarihi mekanın gereği gibi korunması, görüntüsünün,
tarihi özelliğinin korunması ve en azından dünyanın belli bir bölgesinin
merkezi olması düşüncesinin daha önemli olduğu kanaatini taşıyorum''
dedi.



''Asıl Rumca'dan gelen isim İstanbul''



Oprah Winfrey, Colin Powell, Madeleine Albright, Calvin Klein'ın da
aralarında bulunduğu dünyaca ünlü isimlere rehberlik yapan Saffet Emre
Tonguç, Türk insanının, şehrin Rum ya da Yunan geçmişini hatırlattığı
gerekçesiyle Konstantinopolis ismini sevmediğini ifade ederek, ''Asıl
Rumca'dan gelen isim İstanbul. İmparator Konstantin Roma'dan gelerek
şehri kuruyor ve kendi adını veriyor. Aslında adam İtalyan ve Rumca tek
kelime bilmiyor'' diye konuştu.



Cumhuriyetten sonra resmi olarak kullanılmaya başlanan İstanbul isminin,
Rumca'dan geldiğini ve geçmişte de kullanılan bir isim olduğunu ifade
eden Tonguç, İstanbul'un kelime olarak kökeninin ''şehre'' demek olan
''stan'' ve ''şehir'' anlamında ''polis'' kelimelerinin birleşiminden
geldiğini anlattı.



Tonguç, ''Neden 'Stanpolis' demişler? Çünkü buraya gelen insanlar, yolda
şehri sorarlarmış, 'Şehre nasıl gidebiliriz?' diye. O yüzden de şehrin
adı 'Stanpolis' olarak kalmış ve zamanla İstanbul'a dönüşmüş'' dedi.



Osmanlı'da şehrin ''Konstantiniyye'', ''Asitane'', ''Dersaadet'' gibi
bir çok ismi bulunduğunu belirten Tonguç, cumhuriyetle birlikte İstanbul
adının kullanılmasının bazı sıkıntılara neden olduğunu söyledi.



Çeşitli dil ve medeniyetlerde farklı şekillerde adlandırılan İstanbul,
Grekçe'de ''Vizantion'', Latince'de ''Bizantium, Antoninya, Alma Roma,
Nova Roma'', Rumca'da ''Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis,
Kalipolis'', Slavca'da ''Çargrad, Konstantingrad'', Vikingce'de
''Miklagord'', Ermenice'de ''Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli'',
Arapça'da ''Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma'', Selçuklular'da
''Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul'' ve Osmanlıca'da
''Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol,
Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü'l Aliye,
Payitaht-ı Saltanat, Dergah-ı Mualla, Südde-i Saadet'' isimleriyle
anıldı.



-----------------------

Etiketler : İstanbul , islambol ,Konstantiniyye ,
Konstantinopolis,اسلامبول,القسطنطينية,قسطنطينيه,در
سعادت,Dersaadet,Pâyitaht,پایتخت,Türkiye,Tc, Türkiye
cumhuriyeti,Fatih,Fatih sultan Mehmet,Bizans,bizans
imp,osmanli,1453,yeni cag,



Kaynaklar :

Wikipedia

travelterminal net

uzmanlar com

cokilgincbilgiler com

haber7 com

-------------------------------



istanbul Fotoğrafları - istanbul Resimleri



---------------------------

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Messages In This Thread
RE: İstanbul - islambol - Konstantiniyye - Konstantinopolis - by RasitTunca - 06-15-2018, 12:33 PM

Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)